Anektodlar

29 Aralık 2018 Cumartesi

Tarihin En Görkemli İmparatorluklarından Biri: Asur İmparatorluğundan Geri Kalanlar


Antik Yunanca'da, Σρία (Suria) ve Ασσυρία (Assuria) aynı anlamda birbirlerinin yerine kullanılmaktaydı. Fakat Romalılar, M.Ö. 62 yılında, başkenti Antakya olan Suriye eyaletini oluşturduktan sonra Suriye ve Asur adı farklı coğrafi terimler olarak kullanılmaya başlanmıştı. Roma İmparatorluğu'ndaki "Suriye", periyodik olarak bu günkü Suriye bölgesini (Levant) tanımlamak için kullanılırken, Fırat'ın doğusunda kalan bölge Sasani İmparatorluğu'nun bir parçası idi ve Persler tarafında Asōristōn(Asuristan) olarak adlandırılmaktaydı. Hristiyanlığa geçerek bugün hala sürdürdükleri dine en erken katılan topluluklardan biri olan bölge halkı için bu ayrım mezhepte dahi kendini göstermiş olup Doğu Roma Bizans'ın etkisinde kalan Monofizit yani İsa'nın tek ve ayrılmaz bir tabiatı olduğu görüşünü savunan Yakubiler, Süryani, Sasani-İran etkisi altında olan Diofizit yani İsa'nın birbirinden bağımsız çift tabiatı olduğu görüşünü savunan Nesturiler ise Asuriler olarak adlandırılmıştır. Bu ayrım  Süryanice'de de kendini göstermiş ve göstermeye devam etmektedir. İslamiyet öncesi dönemde Yakındoğunun her tarafından konuşulan ve yazılan Hıristiyan dilinin temellerini şekillendiren Aramice'nin Fırat’ın batısındaki Edessa (Urfa) lehçesi için Süryanice terimi kullanılmıştır. Ancak Doğu Roma Bizans etkisi altındaki Süryanilerin lehçesi Yunanca'nın etkisine maruz kalarak değişmelere uğrarken Sasani İran etkisi altındaki Nesturi lehçesi Süryani dilinin aslını korumuştu. Günümüzde Urmiye, Ma’lula ve Tur Abdin gibi İran ve Irak şehirlerinde yaşamış olan ya da yaşamakta olan Süryanice konuşanlardan bazıları, kendilerini günümüz Suriye’sinde yaşayanlardan ayırmak için, Asuri olarak adlandırılmayı tercih etmektedirler. 19. yüzyıla kadar Asur ülkesi ve halkı hakkında bilinenler bunlardan ibaretti. Ancak 19. yüzyılda Fransız ve İngiliz arkeologların yaptığı çalışmalar neticesinde Asur tarihini, yaklaşık 4 bin seneye kadar geri götürmek mümkün oldu. Antik çağlarda Mezopotamya'da bulunan Asur kentinin halkı dünyanın gördüğü en büyük imparatorluklardan birini kurmuştu. Şehir ve halk adını şehrin tanrısı olan Assur ya da Ashur’dan almaktaydı. M.Ö. 2000 sonrası doğu-batı arası global ticaretten faydalanarak gelişerek ve topraklarını genişleterek MÖ 1.binyılda Yakın Doğu'nun en önemli siyasi gücü haline gelen Asur İmparatorluğu, zirvedeyken Mezopotamya'dan Doğu Akdeniz'e ve Kıbrıs'a Kafkasya'dan Mısır ve Doğu Libya'ya uzanıyordu. Yazıyı, ticari ilişki içinde oldukları Anadolu’ya onlar taşımışlardı. Asur Dönemi her anlamda Mezopotamya kültürünün doruk noktaya ulaştığı dönem olmuş özellikle kent mimarisi, saray mimarisi ve kabartma sanatlarının büyük bir sanatsal beceriyle uygulandığı görülmüştür. M.Ö 7. yüzyılda Asur İmparatorluğunun yıkılışından M.S 19. yüzyılın ortalarına kadar Asur artık yoktu. Ta ki Asur medeniyeti Fransız arkeolog Botta ve İngiliz arkeolog Layard'ın Asur kentlerinin kalıntılarını yeniden keşfedene kadar. 19. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı hükumetinden alınan yasal izinler ile başlayan  kazılarda bulunan ve bugün Avrupa ile Amerika Müzelerinin en görkemli koleksiyonları arasında yer alan arkeolojik buluntular, söz konusu müzelere ulaştıkça bu ülkelerde Asur kültürüne olan ilgi iyice artmış ve çalışmaların daha da hızlanmasını sağlamıştır.

Dur-Şarrukin, Lamassu'lu Kapı, Louvre Müzesi

Asur kralı II. Sargon’un büyük başkenti Khorsabad'taki (Dur-Şarrukin) kazılar 1840’lı yıllarda Fransız arkeolog Poul Emil Botta tarafından başlatılır. Bu dönemde sürdürülen kazılarda bulunan birçok eser deniz yoluyla Fransa’ya Louvre Müzesi’ne taşınır ve orada sergilenir. Bunlardan en önemlileri Lamassu olarak adlandırılan insan başlı kanatlı boğa heykelleridir. Botta’nın kazılarını 1850’li yıllarda İngiliz Victor Place devam ettirir. Yaklaşık 4 sezon süren bu kazılarda bulunmuş birçok eserin Dicle Nehri üzerinden nakli esnasında, batan salla birlikte Dicle’nin sularına gömülmesi trajikomiktir. 


Gılgamış heykeli Sargon'un sarayı M.Ö 750, Louvre Müzesi


 Lamassu olarak adlandırılan insan başlı kanatlı boğa heykeli, Louvre Müzesi

Bazı noktalarda özellikle Kuzey Irak'ta Asur’un son başkenti Ninova'da İngiliz ve Fransızlar arasında büyük bir rekabet yaşanıyor aynı zaman zarfında iki ülkeden araştırmacılar kazıları sürdürmeye çalışıyordu. Aslında Ninova’da ilk arkeolojik çalışmalar İngiliz Koleksiyoner C.J.Rich tarafından 1820’li yıllarda başlatılmıştı. Bunu 1840’li yıllarda Poul Emil Botta’nın 1845 yılında ise İngiliz araştırmacı A.Henry Layard'ın başlattığı kazılar izlemişti. A.Henry Layard'ın başlattığı kazılar, İngilizlerin özellikle British Museum’un oldukça zengin bir Asur koleksiyonuna sahip olacağı bir sürecin başlangıcını oluşturmaktadır. 1845 yılında İngiliz araştırmacı A.Henry Layard’in gerekli izinleri alarak başlattığı kazılar sonucunda, II. Asurnasirpal'ın Nimrut'taki sarayı ile Sennaherib'in ve Essarhaddon’un Ninova'daki eşsiz kabartmalarla süslü saraylarını ortaya çıkarılmıştır.  Layard’in Asur başkentleri Nimrut ve Ninova'da çıkardığı eserler, Fransızların yaptığı gibi Dicle yollu ile Basra’ya oradan da gemiler ile İngiltere-Londra’daki British Museum’a taşındı.




Sennaherib sarayının kabartmaları, British Museum

Sennaherib tahta geçtikten sonra başkent olarak seçtiği Ninova’da “eşsiz-saray” olarak nitelendirilen ve yapımı 10 yıl süren sarayının inşasına başlatmıştı. Güneybatı Sarayı olarak da adlandırılan Sennaherib sarayı boyutları açısından değerlendirildiğinde o güne değin yapılan en büyük saraydı. Sannaherib sarayında kendinden önceki örneklerin aksine fantastik yaratıklar veya öğeler ile kral kompozisyonları neredeyse tamamen ortadan kalkmıştı. Bunu yerine daha çok krallın seferlerini, faaliyetlerini konu alan kabartmalar kullanılmıştır.





Ninova Antik Kenti

A.Henry Layard tarafından ortaya çıkarılmış olan Kral III. Şalmanezer'e (MÖ 858-824) ait bir Asur anıtı olan Kara Dikilitaş ise, bugüne değin ortaya çıkarılan Asur dikilitaşları arasında en eksiksizidir. Üstünde, çeşitli askeri sefer ve zaferleri, İsrail kralı Yehu'nun (M.Ö 842-815) haraç ödemesini canlandıran sahneler ve çiviyazılı metinler yer alır. Yaklaşık 2 metre yüksekliğinde ve 50 cm genişliğindeki bu bazalt blok,  bu gün British Museum'da bulunmaktadır.


 
Siyah Dikilitaş ve üzerindeki kabartmalar

A. Henry Layard ile çalışan Süryani asıllı bir Osmanlı vatandaşı olan Hormuzd Rassam, 1851 yılında Ninova'da Asurbanipal'ın sarayı’nı ortaya çıkarmayı başarır. Daha sonra İngiliz vatandaşlığı'na geçmiş olsa da bilinen ilk Orta Doğu'lu arkeolog olan Hormuzd Rassam'ın arkeoloji eğitimi almış olması çalışmaların niteliği açısından önemli olmuştur.







Asur Kralı Asurbanipal’in (MÖ.668 – 631) Ninova’da yaptırdığı sarayda yer alan “Asurbanipal’in aslan avı” betimli bir rölyef günümüzde British Museum’da sergilenenmekte olup Asur sanatının en başarılı örneklerinden biridir. Asurbanipal sarayının duvarlarını kaplamak için kendisini avlanırken ve hatta çıplak elleriyle aslanları boğarken gösteren bir dizi rölyef kabartma sipariş etmişti. Bu rölyefler Asur sanatının en meşhur örnekleri arasında olup bir av sahnesini tüm gerçekliği ve gerginliği ile sergileyen eserde bir aslan avının tüm sahneleri izlenebilmekte.



1872’de British Museum’dan George Smith, devam ettirdiği Ninova kazıları esnasında Ninova Kütüphanesini ortaya çıkardı. Kendine ‘Dünyanın İmparatoru’ diyen Asur kralı Asurbanipal o dönemde gerçekten de dünyadaki en güçlü kişiydi. Doğu Akdeniz’den Batı İran dağlarına kadar olan tüm bölge onun imparatorluğunun kontrolü altındaydı. Asurbanipal hükümranlığı döneminde dünyadaki en büyük ve görkemli kütüphaneyi inşa ettirmişti. Aşurbanipal, bilim, sanat ve din gibi konularda yazılmış tablet ve papirüslerin başkenti Ninova'ya getirtilmesini emretmişti. Aşurbanipal'in yazıcıları, onun emri üzerine tapınak kitaplıklarında buldukları her türden metnin aslını ya da kopyasını topladılar. Fethedilen yerlerden getirilen tabletler de koleksiyona eklendi. Böylelikle dünya tarihinin ilk kütüphanesi Ninova'da kurulmuş oldu. Sümerce, Akadça ve diğer birçok dile ait tabletler. 20 binden fazla tablet içeren antik dünyanın en büyük hazinesi olan Ninova kütüphanesi sarayının yanan duvarları altına gömülmüştü ve 2.000 yıl boyunca saklı kalmıştı. Kütüphanedeki eserler arasında, bugün dünyanın en eski edebi eserlerinden biri olduğu düşünülen Gılgamış Destanı da yer alıyordu. Destanın bir kısmı günümüzde “Tufan Tableti” olarak adlandırdığımız tablet üzerine yazılmıştı, bu tablette Büyük Tufan anlatısı yer alıyor ki bu anlatıdan daha önce yalnızca Kutsal Kitap’ta bahsedildiği biliniyordu. 1872 ‘de George Smith elindeki tabletlerde Tufan Hikayesini okuyunca Kutsal Kitap Tevrat ‘ın “dünyanın ilk ve en eski kitabı” olma ayrıcalığı sona erdi. Dünyada sistematik olarak toplanmış ve listelenmiş ilk kütüphaneyi Asurbanipal kurmuştu. Sahip olduğu her kitabın bir kopyasını istemiş ve emri altındakileri dünyanın tüm bilgilerini toplamak üzere imparatorluğun çeşitli yerlerine göndermişti. Asur kitapları kağıt üzerine değil, çoğunlukla kil tabletlere, semboller oluşturmak için ufak bir kamanın kullanıldığı çivi yazısıyla yazılmıştı. Toplamda yüz binlerce tablet Asurbanipal’in kütüphanesinde toplanmıştı, bunlardan 20.000’i günümüzde British Museum’da bulunmaktadır. Parçaların tüm dünyadan araştırmacılar tarafından incelenmesiyle, Asur kültürü hakkında bildiklerimizin birçoğu bu metinlerden gelmiştir.

Asurbanipal’in kütüphanesinden tabletlerin bazıları, British Museum

20. yüzyılın başlarında iki Dünya Savaşı arasında kalan dönemde Mezopotamya ve Asur coğrafyasında daha sistematik kazılara başlanır. British Museum ve Louvre Müzesi’nin çalışmaları yanında bölgede Amerikalılarında ilk çalışmaları başlar.  II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmuş olan Irak Eski Eserler Müdürlüğü’de Ninova ve Nimrut gibi kentlerde kazı ve koruma ile restorasyona yönelik çalışmaları devam ettirilir. 2013 yılında İngiltere'nin Sanat ve Beşeri Bilimler Araştırma Konseyi, Nimrut'tan gelen eserleri dünya koleksiyonuna kaydettirmek istemesinden dolayı "Nimrut Projesi"ni kurmuştur. Bu proje ile beraber ABD'de 36, İngiltere'de 76 müze de olmak üzere Nimrut'taki tarihi eserler koruma altına alınmıştır. Fakat 2015 yılının Ocak ayında IŞİD militanlarının, Asur Başkenti Ninova’nın MÖ. 700 yılına tarihlenen 2000 yıllık Maşki kapısı ve duvarlarının büyük parçalarını bombalı saldırıyla havaya uçurduğu haberi geldi. Yapılan açıklamada terörist grubun, saldırıyı ağır patlayıcılarla gerçekleştirdiği belirtilmişti. 2015 yılının Mart ayında ise Nimrut'un "İslam dışı" kent olduğu öne sürülerek IŞİD tarafından yerle bir edildiği haberi geldi. IŞİD, buldozerler ile şehrin ve eserlerin bütün kalıntılarını yok etmişti. Aynı ay içinde yayınladıkları yağmalamanın video görüntülerini tüm dünyanın tepkisini çekmişti. Günümüzdeki en zengin işlemelere sahip antik kentlerden olan Ninova ve Nimrut antik kentleri artık yerinde bulunmamaktadır.

Hiç yorum yok:

Anadolu'da Klasik Türk Edebiyatının Doğuşu

İran saraylarında gelişmiş klasik yüksek kültür mirası, Anadolu'da Konya Selçuklu sarayından sonra  Uc Türkmen beyliklerinde örnek al...