Anektodlar

27 Mart 2020 Cuma

Câmasbnâme ve Şâhmârân Efsanesi



Halk arasında dolaşan ve “Şâhmârân” adıyla bilinen hikâyelerin kökü Câmasbnâme’ye kadar dayanmaktadır. Bu bakımdan "Şâhmârân Efsanesi" Câmasbnâme olarak da bilinir. Şâhmârân hikayesinin baş kahramanı olan Câmasb, tarihi ve yarı mitolojik bir şahsiyet olarak adı Avesta'da da geçençok iyi eğitim almış bir hekim, Şâh Güştâsb'ın veziri ve aynı zamanda Zerdüşt'ün damadıdır. Hz. Ali örneğinde olduğu gibi bir dinin  kurucusu ve müjdecisi olan şahsın damadı olma olgusu, gerçekte yaşamış olmasına rağmen Câmasb'ın çok fantastik ve mitolojik bir karakter olmasına vesile olmuştur.

Câmasb, Câmasbnâme adlı 500 beyitlik önemli bir eser kaleme almıştır. Şâh Güştâsb’ın kâinat ve yaratılışla ilgili sorularına, Vezir Câmasb’ın verdiği cevaplardan oluşan Pehlevîce eserde, bu soru ve cevaplarda çeşitli dinî ve ahlâkî konular ele alınmış, Keyânî hanedanından Keyûmers’ten Lohrasb’a kadar olan dönemin tarihi ve İran hükümdarlarının efsaneleri anlatılmıştır. Eserin son kısımlarında İran ülkesinin geleceğinden ve Zerdüşt dinindeki vaadlerden söz edilmiştir. İran millî tarihinin ikinci büyük safhası Keyânîler hânedanıyla başlar. M.Ö 900-775 arası hüküm süren hânedanın kurucusu olarak kabul edilen, Keykubad’dan Keyhusrev’e kadar gelen Zerdüştî Keyânî hükümdarları kutsal kitapları Avesta’da dinî ve millî kimlikleriyle efsanevî şekilde zikredilmiştir. Câmâsbnâme'nin aslı işte bu Keyânîler döneminde geçmektedir. MS. 5. yüzyılın ortalarından itibaren İran'da Sâsânîler devrinde Zerîr, Kâvâd, Câmâsb, Cemşîd, Kavûs, Hüsrev gibi İranlı ulusal kahramanlar, hükümdarlar ve bu kahramanların baş rollerde ve gelişmelerin merkezlerinde yer aldığı hikâyeler, İran saraylarında ve ileri gelen aileler arasında yaygınlaşmaya başlamıştır. 

İslamiyet sonrası Yeni Farsça ile kaleme alınan ilk Câmâsbnâme, İlhanlılar döneminde Hülâgû Han'ın müşaviri olan İranlı matematikçi, filozof ve astronom Nasîrüddîn Tûsî (ö.1274) tarafından Tebriz'de mesnevi formatında kaleme alınmıştır. Türkçe olarak kaleme alınan ilk Câmasbnâme ise Ahmed-i Dâî’nin (ö.1421), Nasîrüddîn-i Tûsî’nin eserinden biraz genişleterek yaptığı tercümedir. Ancak Türkçe olarak kaleme alınmış en önemli Câmasbnâme Mûsâ Abdi’ye aittir. Câmasbnâme’yi Osmanlı pâdişâhı II. Murad’ın isteği üzerine kaleme aldığını söyleyen Mûsâ Abdi, eserini Bandırma’nın Aydıncık kasabasında bir yılda kaleme almış ve 1429-30'da tamamlamıştır. Mûsâ Abdi, eseri aynı adı taşıyan bir kitaptan nazmen tercüme ettiğini bildirmektedir fakat bu nüshanın hangisi olduğu bilinmemektedir. Câmasb’ın başından geçenleri ve Şâhmârân’ın yanında geçirdiği günleri anlatan eser, iç içe girmiş birkaç hikâyeden meydana gelmektedir. Bunlar Bulkıya, Şah Sahre, Kafdağı, Cihan Şah, Mürg Şah, Şah Peri, Gevhernigîn Kalesi, Şems Bânû, Kigal Hindî ve Giriftâr-ı Şehrişah hikâyeleridir.

 Mûsâ Abdi'nin Câmasbnâmesinin 1527 yılına ait bir nüshası

Masal unsurlarının hâkim olduğu eserdeki ana hikâyenin konusu şöyledir: 

"Dânyâl peygamber kâinatın bütün sırlarını bilen, her derde çare bulan bilge ve âlim bir kimsedir. Öleceğine yakın bilgelik dolu kitabını, doğacak çocuğuna büyüdükten sonra vermesi için hanımına teslim eder. Dânyâl’in ölümünden sonra doğan oğluna Câmasb adı verilir. Câmasb yedi yaşına girince annesi onu okula gönderir; fakat Câmasb bir harf bile öğrenemez ve herhangi bir sanatta da başarı sağlayamaz. Bunun üzerine dağdan odun getirip satmaya başlar. Bir gün arkadaşlarıyla çıktıkları dağda yağmur dolayısıyla bir mağaraya sığınırlar ve burada bal dolu bir kuyu bulurlar. Kuyuya inen Câmasb’a arkadaşları ihanet ederek balı alırlar ve onu kuyu dibinde bırakıp giderler. Kuyuda açtığı bir delikten yerin altına giren Câmasb bir sarayla karşılaşır. Burası yılanlar ülkesidir. Ancak yılanların şahı Şâhmârân kendisine iyi muamele eder ve ikramda bulunur. Câmasb başından geçenleri anlatır, Şâhmârân da ona Bulkıya hikâyesini nakleder. Daha sonra Câmasb Şâhmârân’dan kendisini yurduna göndermesini rica eder. Şahmaran, gördüklerinden hiç kimseye bahsetmemesi şartıyla onu bal kuyusundan dışarı çıkarır. Bu sırada ülkenin hükümdarı olan Keyhusrev çok hastadır. Hastalığına Şâhmârân’ın etinden başka hiçbir şeyin çare olamayacağını öğrenen Keyhusrev, Câmasb’dan Şâhmârân’ın yerini söylemesini ister. O da öldürüleceği korkusu ile sırrını açıklar. Şâhmârân tılsımla yakalanıp öldürülür ve etinden yapılan ilâçla hükümdar kurtulur. Bu arada Câmasb, Şâhmârân’dan öğrendiği ve babasının kendisine bıraktığı kitaptan edindiği bilgilerle bütün dünyanın sırlarına vâkıf büyük bir âlim olur.

Hikayenin başka bir varyantında ise; hasta olan kral Şâhmârân'ın yerini gösterene, kızını vereceğini ve ölümünden sonra da kral olmasını sağlayacağını duyurur. Câmasb kibir ve hırsına yenik düşer, saraya giderek Şâhmârân’ın yerini bildiğini söyler. Yanına büyücüler ve askerler verilen Câmasb, kuyunun olduğu yere vardığında, büyücüler büyülü dualar ve danslarla Şâhmârân’ın kuyudan çıkmasını sağlarlar. Kuyudan çıkan Şâhmârân'ı zapt etmek zor gibi görünse de Şâhmârân direnmez, teslim olur. Câmasb’ın kulağına da şunları fısıldar: Arkadaşların nasıl sana ihanet ettilerse, sen de bana ihanet ettin ey Ademoğlu! Ama unutma ki senin kralın da bir Ademoğlu ve sana ihanet edecek, iyileştiğinde seni öldürecektir. Bunun için ona beni sunarken sen kuyruğumdan bir parça kes ve ye, benim kuyruğum zehirsizdir. Ona da başımdan bir parça ver ki o zehirlidir. O zaman o ölecek ve sen ülkenin başına hükümdar olacaksın. Şahmaran’ın Câmasb’a bu bilgiyi vermesi onu hem derinden üzmüş, hem de sevindirmiştir. Kralın sarayına vardıklarında, kral önce Câmasb’ın Şâhmârân’ın etinden yemesini ister. Câmasb da Şâhmârân’ın kendisine söylediği şeyleri hatırlar ve kuyruğundan bir parça yer. Başından bir parçayı krala uzatır ve kral da yer. Bundan sonra olanlar ilginçtir, zira hem kral hem de Câmasb ölürler. Çünkü Şahmaran Câmasb’tan intikam almış, kendi celladını da öldürmüştür.

Halk arasında “Şâhmârân” olarak bilinen yılan gövdeli ve insan başlı bir kadın olan mitolojik yaratığın adı Farsça’dan “yılanların şahı” anlamına gelen “Şâh-ı mârân” dan gelir. Tevrat, İncil ve Kuran'da geçen Aden Bahçesi hikâyesinde yılanın Allah tarafından insana bahşedilen ölümsüzlüğü çaldığına dair efsaneler anlatılmıştır. Câmasbnâme'de yer alan Şâhmârân hikayesinde de Âdem ve Havvâ'nın yer yüzüne gelişi motifinin tesirini görmekteyiz. Adem ve Havva kıssasında yılan, şeytanın cennete girmesini sağlayarak şeytanın tahrikiyle Âdem ve Havvâ'nın Allah'ın yasakladığı ağacın meyvesinden yemelerine sebep olmuştur. Âdem, Havvâ, şeytan, yılan ve tavus kuşununun Allah tarafından cennetten kovulmalarıyla Âdem Hindistan’a, Havvâ Cidde’ye, şeytan Basra civarında bir yere sürülürken yılan ise şeytana yardım ettiği gerekçesiyle İsfahan’a sürülmüştür. Daha önce dört bacaklı ve Horasan devesi gibi bir görünüme sahip olup Allah’ın yarattığı en güzel hayvanlardan biriyken şeytana yardım ettiği gerekçesiyle İsfahan'a sürüldükten sonra yerde sürünmeye ve toprak yemeye mahkum edilmiştir. İslâm geleneğinde de izleri görülen söz konusu anlayışta, yılanları kötülüğün ilkesi Ehrimen’in yarattığı kötü güçlerle irtibatlandıran Zerdüşt inancının etkisi olduğu kabul edilmektedir. Bu nedenle yılan İslam ve İran mitolojisinde genelde kaos ve kötülük ilkesi şeklinde yaratılışla ilişkilendirilmiştir. Bu geleneklerde yılan fiziksel anlamda zehirli ve tehlikeli, sembolik olarak da kurnaz ve ayartıcı bir yaratık diye görülmüş, bütün kötülüklerin kaynağı kabul edilen şeytanla ilişkilendirilmiştir. Yılan, Arap-İslam edebiyatında da Binbir Gece Masallarındaki "Yılanlar Kraliçesi Yemliha" adlı hikâyede  karşımıza çıkar. 

Câmasbnâme'nin İslamiyet sonrası varyantlarında Dânyâl peygamber Câmâsb'ın babası olarak karşımıza çıkmaktadır. Dânyâl peygamber ile ilgili bilgiler Eski Ahid'te kendisine nisbet edilen Daniel kitabında bulunmaktadır. Dânyâl Peygamber münneccimlerin, kahinlerin ve  melhame yazarlarının piri kabul edilmektedir. Kur’ân ve hadislerde Dânyâl’in ne ismi ne de kendisiyle ilgili herhangi bir bilgi yer alır. Ancak Dânyâl peygamber diğer İslâmî kaynaklarda mürsel olmayan nebî ve bir bilge kişi olarak takdim edilir ve hayatıyla ilgili İncil'den kaynaklanan bazı rivayetler nakledilir. Bu rivayetlere göre Dânyâl, peygamberler soyundandır ve Babil Kralı Nebukednazar’ın Kudüs’ü işgalinden sonra Bâbil’e götürdüğü esirler arasındadır. Eski Ahid'teki Dânyâl kitabına göre Dânyâl, Babil Kralı Nebukednazar’ın saltanatının başından itibaren Med Kralı Darius ve M.Ö 539 yılında Babil'i ele geçirerek Babil Krallığına son veren Ahameniş hanedanının kurucusu Pers Kralı Kuruş’un (Kyros) saltanatları dönemine kadar yaşadığı anlaşılmaktadır. İslâmî kaynaklara göre de Nebukednazar’dan sonra onun oğlunun krallığında meçhul bir el tarafından sarayın duvarına yazılan esrarengiz yazıyı okuyup yorumlayan Dânyâl daha sonra İran'daki Sûs şehrinde yaşamış ve orada ölmüştür. Kabri de bu gün bu şehirdedir. Yine İslam kaynaklarına göre İkinci İslam Halifesi Ömer'in zamanında Sûs şehri, Abu Musa Ashaari tarafından feth edilir. Abu Musa Ashaari, Sûs kralı Sabur'u, öldürür. Şehirde bulunan şeyleri, Sabur'un mal ve mülklerini ganimet olarak alır. Mal depolarını, dolaşıp onların içinde bulunanları, alırken, bir meydanda, kilitli bir depoya rastlar ki, deponun kilidi, kalayla mühürlenmiştir. Abu Musa Ashaari Kilidi, kırıp ve kapıyı açtırır. Depoya girip bakınca, uzun, havuz gibi oyulmuş bir taş ve içinde de, altın sırma ile dokunmuş bir kefenle kefenlenmiş, başı açık, ölü bir adam görür. Abu Musa Ashaari, Halife Ömer'e bir yazı yazar. Ömer onu okuyunca, bu kişi hakkında bilgi edinmeye çalışır, fakat hiç kimsenin, onun hakkında bir bilgisi yoktur. Ancak, Hz.Ali, "Bu Zat, Dânyâl Hakîmdir. Kendisi, Resul olmayan bir Nebîdir. Eski zamanda, Nebukadnezar'ın ve ondan sonraki krallardan bazısının yanın­da bulunmuştu." der. Halife Ömer, Abu Musa Ashaari'ye yazı göndererek onun üzerine, cenaze namazını kılmasını ve onu, Sûs şehri sakinlerinin erişemeyecekleri bir yere gömmesini kendisine emreder. Tevrat kökenli bir peygamber olan Dânyâl'ın İslam mitolojisine girişi bu şekilde olmuştur. Böylece DânyâlCâmasbnâme'nin islamiyet sonrası varyantlarında Câmasb'ın babası olarak İran mitolojisinin de içine girmiş oldu.


Danyal peygamber'in İran'ın Sûs şehrindeki mezarı

Dânyâl peygamberin İran'ın Sûs şehrindeki mezarının yanı sıra bugün Şâhmârân'ın bir simge halinde oluduğu Tarsus'ta da bir mezarı bulunmaktadır. Ancak İran kültüründen ziyade Yunan kültürü ile içli dışlı olan bu kentin kültüründe Câmasbnâme'nin, Şâhmârân'ın ve Dânyâl peygamberin yer edinmesi enteresan bir konudur. Tarsus ikinci İslâm Halifesi Ömer devrinde 637 yılında İslâm topraklarına katılmıştır. Tarsus, İslâm-Bizans mücadelesinde askerî ve stratejik bir öneme sahipti ve Bizans’a yönelik seferlerde askerî bir üs olarak kullanılmaktaydı. 787 yazında Abbâsî Halifesi Hârûnürreşîd’in emriyle Bizans seferine çıkan Herseme aynı zamanda Tarsus’un tahkimiyle de görevlendirilmişti. Şehrin imarı tamamlanınca buraya çeşitli bölgelerden askerî birlikler getirilip yerleştirildi. İlk grup Horasanlı 3000 kişiden oluşmaktaydı. Halife Me’mûn da 830 yılında çıktığı Bizans seferinde Bağdat’tan Tarsus’a gelmiş ve buradan Bizans topraklarına girmişti. İşte bu hikayelerin şehre gelmesi İslâm'ın bölgeye geldiği dönemlere denk gelmektedir. Tarsus'taki Dânyâl peygamber türbesini ise 16. yüzyılın başında Memlük Sultanı Kansu Gavri yaptırmıştır. Mezarın bulunuş hikayesi İran'ın Sûs şehrindeki mezarın bulunuş hikayesiyle bire bir aynıdır. Dânyâl peygamber ömrünün son yıllarında Tarsus'a gelmiştir ve burada ölmüştür. Tarsus'un Halife Ömer tarafından fethinden sonra mezar bulunmuştur. Asıl enteresan olan hadise. Şâhmârân işlemelerinin başka coğrafyalarda olmayan, evlerde nazardan korunmak amacıyla da bulundurulmasının kökenidir. Daha önce bahsettiğimiz gibi Tarsus, İslam öncesi dönemde Yunan kültürü etkisi altındaydı. Anadolu'daki Antik Kentler’e baktığımızda bir çoğunun girişinde veya içerisinde, lahitlerin üstünde, çok güzel bir kızken bir ceza sonucu saçlarının her bir telinin yılan olduğu bir yaratığa dönüşen ‘Medusa Başı’ heykelleriyle veya kabartmalarıyla karşılaşmak mümkündür. Bu, nazardan korumak için alınmış bir önlem gibidir. Şâhmârân'ın da evlerde asılma amacı bundan farklı değildir. Anadoluda antik dönemde Medusa'ya yüklenen anlam İslamiyet sonrası dönemde Şâhmârân'a yüklenmiştir.

Mardin'de Şâhmârân İşlemeeri

Şâhmârân günümüzde Tarsus dışında tarih boyunca Süryânî kültürünün en önemli merkezlerinden biri olan Mardin şehrinde de bir simge halindedir. Bakır tepsiler üzerine Şâhmârân işlemeleri,cam boyama Şâhmârânlar muhteşem bir el işçiliğiyle işlenmektedir. Ayrıca "Dua-i Şâhmârân" diye bir dua bile mevcuttur. Şâhmârân işlemeleri, evlerde nazardan korunmak amacıyla da bulundurulmaktadır. 

Tüm bu bilgilere dayanarak şunu söyleyebiliriz ki, mitolojiler toplumdan, zamandan ve mekandan bağımsız metinlerdir. Kendilerini her toplumun ihtiyaçları ve gereksinimleri doğrultusunda yeniden var ederler...

Anadolu'da Klasik Türk Edebiyatının Doğuşu

İran saraylarında gelişmiş klasik yüksek kültür mirası, Anadolu'da Konya Selçuklu sarayından sonra  Uc Türkmen beyliklerinde örnek al...