Anektodlar

29 Şubat 2020 Cumartesi

Vâmık ile Azrâ



Fars ve Türk edebiyatının bilinen en eski aşk hikayelerinden biri olan Vâmık ile Azrâ, aşk hikâyelerinin en popüler örnekleri olan Ferhad ile Şirin veya Leylâ ile Mecnûn kadar yaygınlık kazanmamış olsa da tarih boyunca bir hayli ilgi görmüştür. Vâmık ile Azrâ'yı benzerlerinden farklı kılan iki özelliği var. Birincisi, Fars ve Türk edebiyatında aşk mesnevileri içerisinde kahramanlarının birbiriyle kavuştuğu tek hikaye olması. İkincisi ve asıl ilginç olanı ise hikayenin aslının Helenistik dönemde yazılmış "Mètiokhos kai Parthenopè" adlı Yunanca bir aşk romanına dayanıyor olması.

Mètiokhos ile Parthenopè arasında geçen aşk hikâyesi, milâttan önce 6. yüzyılda Anadolu sahillerinde eskiden İyonya’ya bağlı olan Samos adasında başlar. Parthenopè bu adanın hâkimi Akos Polycrates’in (M.Ö. 537-522) kızı, Mètiokhos ise Krutis adası hükümdarı Mildiates’in oğludur. Eserin kahramanları, Fars edebiyatındaki versiyonunda Vâmık ve Azrâ adlarını taşır. Azrâ, delinmemiş inci, bâkire demektir. Aşık manasına gelen Vâmık ise Yunanca Mètiokhos kelimesinin tam karşılığıdır.

Çeşitli kaynaklarda eserin Yunanca’dan Süryânîce'ye, Süryânîce'den de Farsça'ya geçtiğine dair rivayetler varsa da eserin bu dillerden biriyle yazılmış bir nüshasına günümüze kadar rastlanmamıştır. Ancak bu isimlere ilk defa 2. yüzyıla ait Kıptîce ve Yunanca bir papirüste rastlanmış, daha sonra Âsi nehri kıyılarında Daphne’de yapılan kazılarda üstünde Mètiokhos ve Parthenopè adlarının yazılı olduğu, birbiriyle konuşma halindeki bir kadınla bir erkeğin tasvir edildiği 2. yüzyıla ait bir mozaik bulunmuş, ayrıca Amerika’da ortaya çıkan, Zeugma'dan çalınmış bir mozaikte bir seki üstünde sırt sırta oturmuş bir kadınla bir erkeğin tasvirinin üstünde Mètiokhos ve Parthenopè adlarının yazıldığı görülmüştür.


İranlı tezkirecilerin kaydettiğine göre hikâye ilk defa Sâsânîler döneminde Pers kralı Hüsrev-i Nûşîrevân-ı Âdil zamanında (531-579) kaleme alınmış. İbnü’n-Nedîm, "el-Fihrist" adlı eserinde Abbâsî Halifesi Me’mûn’un kütüphanesinden sorumlu İran asıllı meşhur mütercim ve şair Sehl b. Hârûn’un (ö. 830) eserleri arasında "Vâmıḳ ve’l-ʿAẕrâ" adlı bir kitabın varlığını haber vermektedir. Bugün elimizde bulunan en eski Vâmık ile Azrâ nüshası, Gazneli Mahmud’un saray şairlerinden Unsurî’nin (ö. 1039) mesnevi formatında Farsça olarak yazdığı nüshadır. Bu nüsha bir tesadüf sonucu bulunmuştur. Pakistanlı araştırmacı Muhammed Şefî, kendisine hediye edilen bir eserin kapağının iç kısmına üstünde yazılar bulunan eski kâğıtların yapıştırıldığını görmüş, kâğıtları söküp okuduğunda eserin Unsurî’nin Vâmıḳ u ʿAẕrâ’sının bir bölümü olduğunu anlamıştır. Muhammed Şefî, kayıp olan eserden ele geçirdiği 372 beyitlik kısmını sözlüklerde kaydedilmiş 141 beyitle birleştirerek 513 beyit halinde yayımlamıştır. Farsça eserde yer alan Vâmık ve Azrâ dışındaki şahıs adları ile yer adlarının hepsi Yunanca’dır. Hikâyenin tam haliyle en eski metni 12. yüzyılda Unsurî’nin eserini veya kaynağını gören Tarsûsî’nin kaleme aldığı, İslam öncesi Zerdüştî İran'ın dini ve milli kahramanları olan Keyânî hanedanından Dârâb'ın maceralarını anlatan Dârâbnâme’de yer almaktadır. 

Eserin özeti şöyledir: Krutis adası hükümdarı Mildiates’in oğlu Vâmık üvey annesinin kendisini zehirleyeceğini öğrenince arkadaşı Tûfân ile (Teofanos) birlikte gemiyle Sisam adasına, adanın yöneticisi olan akrabası Akos oğlu Polycrates’in yanına gider. Deniz kıyısındaki Hera Tapınağı’nın önünde Polycrates’in kızı Azrâ ile karşılaşır ve iki genç birbirine âşık olur. Bir süre sonra Azrâ’nın annesi kocasına durumu haber verince Vâmık huzura çıkar. Hükümdar onu bir dizi sınavdan geçirerek kendisine sarayda bir yer gösterir. Başka bir gün Vâmık’ın savaş yeteneğini sınamak için onu bu konuda çok mahir olan Azrâ ile karşılaştırmak ister, fakat Vâmık bunu kabul etmez. Vâmık sarayın bahçesinde dolaşırken Azrâ ile karşılaşır. Bu arada Vâmık ile Azrâ birbirine yaklaşır, zaman zaman bir araya gelerek içki içerler. Azrâ’nın hocası Filatos gençlerin buluştuklarını annesine haber verir. Bir gece Azrâ, Vâmık’ın odasına gidince onu izleyen hocası Azrâ’yı kınayarak olup biteni babasına bildirir. Bunun üzerine Polycrates kızının Vâmık’la görüşmesini yasaklar. Azrâ buna çok üzülür; annesine Vâmık’tan ayrı kalamayacağını, onunla evlenmediği takdirde kendini öldüreceğini söyler. Babası da Azrâ’yı Vâmık’a vermeyi kabul eder. Ancak Azrâ’nın annesi ölünce babası kızını Vâmık’la evlendirmekten vazgeçer. Bu arada adaya saldıran düşmanlar Polycrates’i esir alıp öldürürler. Ülkeyi ele geçiren hükümdar, Vâmık ve Azrâ’yı da yakalatır. Hükümdar veya yanındakilerden biri Azrâ’ya sahip olmak isteyince Azrâ bunu kabul etmez ve esir olarak satılır; Sakız adası dahil birçok Yunan adasında esir tüccarlarının elinde kalır; neticede Platon’un öğrencisi filozof Hirankalis’in eline geçer. İki yıl sonra bir gece Azrâ başından geçenleri efendisine anlatıp bir kral kızı olduğunu söyleyince Hirankalis kendisini âzat ederek Vâmık’a götürmeye söz verir. Azrâ’nın dört yıl süren esaret hayatı mutlu bir şekilde sona erer.

Hikayenin Türk edebiyatına girişi ise 16. yüzyılda gerçekleşir. Türk edebiyatında en dikkate değer Vâmık ile Azrâ’yı Bursalı Lâmiî Çelebi yazmıştır. Lamiî Çelebi, Osmanlı sahası dışından ünlü şahısların eserlerini Türkçeye kazandırmıştır. Kendisi, Farsça belli kitapları Türkçe olarak yeniden yazma uğraşına "Rumî kılıfa sokmak" ya da "Türkî kılmak" adını vermiştir. Lâmiî Çelebi, Vâmık ile Azrâ’yı Kanûnî Sultan Süleyman’ın isteği üzerine Türkçe olarak kaleme almış ve altı aylık bir süre sonunda tamamladığı bu mesneviyi padişaha sunmuştur. Lâmiî Çelebi eserini kaleme alırken sadece bir tercüme yapmamış, ana hikâyeye bağlı kalarak içinde bulunduğu kültürel ve maddî ortamdan da faydalanarak Farsça bir hikâyeyi Türk âdet ve geleneklerine uyarlayarak yerlileştirmiştir. Lâmiî Çelebi'nin yer yer masal unsurları da kattığı hikayenin Türkçesi, olayların coğrafyası bakımından bazı farklılıklar içerir. Lâmiî Çelebi, Farsça eserden farklı olarak en belirgin değişikliği Yunan kökenli olan kahraman ve yer isimlerinin üzerinde yapmış ve Vâmık ile Azrâ dışındaki bütün isimleri değiştirmiştir. Örneğin Unsurî'ye ait Farsça eserde kahramanlar, Filikrat, Yanni, Tufan, Rinakdos, Filatos, Monkolos, Fizidyos, Difriya, Lukarya, Danoş, Damahsinos, Bahsalos; yer isimleri Yunan adaları, Samos Adası, Kiyos Adası, Tartanyuş adası olarak geçmektedir. Lâmiî Çelebi'de ise kahramanlar; Çin hakanı Taymus, Turan sultanının kızı, Behmen, Dilpezîr, Mizbân, Hümâ, Lahicân, Ferî, Pîr vs. Arapça ve Farsça kökenli isimler olarak geçerken; yer isimleri Karaman, Herat, İsfahan, Hint, Çin, Mısır vs. gibi dönemin insanları tarafından bilinen, aşina olunan şehirlerin ve ülkelerin isimleri anılmıştır. Lâmiî Çelebi, eserde kahramanların ağırlıkları ve aileleri de değişmiştir. Farsça eserde Azrâ, Filikrat ve Yanni'nin kızıyken, Lâmiî Çelebi'de Gazne sultanının kızı olarak anılır. Vâmıkı ise Çin hakanının ve Turan sultanının kızının çocuğu olarak tanıtmıştır.


Lamii Çelebi'nin bilinen tek minyatürü

Vâmık ve Azrâ'nın Türkçesindeki olaylar şöylece özetlenebilir: Birçok defa evlenmesine rağmen çocuğu olmayan Çin Hakanı Taymus, Turan Şah’ın resmini görerek beğendiği kızıyla evlenir ve bir oğlu doğar. Adını da Vâmık koyar. Çocuk büyüdükçe güzelliği dillerde dolaşır ve sonunda Gazne hükümdarının kızı Azrâ’nın kulağına kadar gider, Azrâ ona âşık olur. Bundan kendisini haberdar etmek için resmini yaptırıp Vâmık’a gönderir. Vâmık da resmi görünce Azrâ’ya âşık olur ve sevgilisini bulmak üzere sırdaşı Behmen ile birlikte yola çıkar. Çok maceralı ve tehlikelerle dolu birçok yolculuk yaparlar; kendilerini yoldan alıkoymak isteyen düşmanlar ve tabiat üstü varlıklarla mücadele eder, savaşır, yaralanır ve iyileşirler. Yolda Sultan Erdeşîr’in kızı Dilpezîr onlara yardım eder ve Dilpezîr ile Behmen arasında bir aşk doğar. Behmen, Belh Sultanı Tûr’un eline düşünce Dilpezîr, Vâmık’ı kurtarmak için Kal‘a-i Dilküşâ’ya götürür. Oradan da Lâhîcân adlı bir peri sultanının oğlu ile, Kafdağı’nda oturan Perîzâd adlı prenses tarafından Kafdağı’na kaçırılır. Bu arada Lâhîcân ile Perîzâd da birbirlerine âşık olurlar. Artık ayrılığa dayanamayıp Vâmık’ı aramaya çıkan Azrâ yolda Dilpezîr ile karşılaşıp sevgilisinin Kal‘a-i Dilküşâ’da bulunduğunu öğrenir. Kafdağı’na ulaşıp Lâhîcân’ın izniyle Vâmık’a kavuşur. Fakat Vâmık, vefa duygusuyla arkadaşı Behmen’i araması gerektiğini söyleyerek yine tehlikeli yolculuklara girişince Azrâ ile Dilpezîr de beraberinde giderler. Tûs Şahı Mizbân ile savaşları sırasında Azrâ Mizbân’a esir düşer ve Mizbân ona âşık olur. Vâmık, Azrâ’yı kurtarmaya çalışırken ateşperest Hindular tarafından yakalanır. Birçok maceradan sonra Dilpezîr’in yardımıyla Azrâ Mizbân’dan, Vâmık da ateşte yanmaktan kurtulup Tûs şehrinde birbirlerine kavuşurlar. Tûs Şahı Mizbân onların şerefine verdiği ziyafet sırasında Hümâ adlı bir kızla evlenir. Bu arada Lâhîcân Perîzâd’a, Behmen de Dilpezîr’e kavuşmuştur. Böylece bütün sevenler Mizbân’ın ülkesinde mutlu zamanlar geçirir. Hikâye Vâmık’ın babasının yerine tahta geçmek üzere Azrâ ile birlikte ülkesine dönmesiyle sona erer.

Böylece aşk ve savaş etrafında gelişen, sevmenin ve iyiliğin sembolü olan aşkın nefret ve kötülüğün sembolü olan savaşa üstünlüğünün dile getirildiği Antik Yunan kökenli bu hikaye, Fars edebiyatının ardından Türk edebiyatına da mal olarak asırlar boyunca en popüler aşk hikayelerinden biri haline gelmiştir.





Anadolu'da Klasik Türk Edebiyatının Doğuşu

İran saraylarında gelişmiş klasik yüksek kültür mirası, Anadolu'da Konya Selçuklu sarayından sonra  Uc Türkmen beyliklerinde örnek al...