Anektodlar

3 Mart 2019 Pazar

Osmanlı İstanbulu'ndan Günümüze Kalan Miras: I. Mahmud Devri



18. yüzyıl Osmanlı padişahlarından Sultan I. Mahmud, tüm saltanatı boyunca yaptırdığı yapılarla İstanbul'un mimarisine damga vuran en özel padişahlardan biri olmuştur. Fakat hem siyasi ve askeri hem de imar çalışmaları açısından Osmanlı tarihinin en başarılı dönemlerinde biri olan Sultan I. Mahmud devrinden ne yazık ki tarih kitaplarında pek söz edilmemiştir. Osmanlı İmparatorluğunun, hem İran'a karşı hem de aynı anda Avusturya ve Rusya'ya karşı kazandığı zaferlerle son büyük askeri başarılarını yaşadığı bir dönemde hüküm süren Sultan I. Mahmud, İstanbul'da yaptırdığı ve bu gün hala ayakta olan bir çok mimari yapı ile şehre damgasını vurmuş bir padişahtır. Onun İstanbul'un su sorununa karşı yaklaşımı, yaptırdığı anıtsal çeşmeler ve su kemerleri bu gün hala ayakta olup ayrı bir inceleme alanı olarak araştırmacıları beklemektedir. 18. yüzyılın başından itibaren Kasımpaşa, Galata, Beyoğlu, Fındıklı, Beşiktaş ve Ortaköy’ün kalabalıklaşması sonucunda Haliç’in kuzeyindeki bölgede su kıtlığı baş göstermişti. Bölgenin suyunu temin etmek amacıyla Sultan I. Mahmud, 1732 yılında bu gün semte adını veren Taksim Maksemini yaptırmıştır. Maksem, suların toplanıp, evlere, hamamlara, çeşmelere taksim edildiği yerdir. Semt de adını suların taksim edilmesini anlatmak için kullanılmış ve gelişmekte olan yörenin adı olarak kalmıştır. Sultan I. Mahmud, Taksim Maksemini annesi Saliha Sultan'ın vakfı olarak yaptırmıştı. 


Taksim Maksemi

Belgrad Ormanı Bentleri ve Bahçeköy’deki derelerden gelen sular, içi sırlı künklerden geçirilerek, bir hayli yol kat edip burada toplanıp dağıtılmıştır. Bahçeköy civarında derlenen ve günlük verimi 800 metreküp olan su, aynı yıl inşa edilen 20 km’lik bir isale hattıyla Taksim’deki 2 bin 700 metreküplük depoya ve oradaki Maksem vasıtasıyla 64 çeşme ve sebille üç şadırvana ulaşıyordu. 


Tophane Çeşmesi

Çeşme yaptırmanın İslamiyet'te "sadaka-yı cariye" yani sürüp duran hayır inancıyla da ilgisi vardır. Bu inancın kaynağı da şu hadistir: "İnsan öldüğünde yaptığı işler biter, gider. Artık bir hayırda bulunamaz. Ancak şu üç kişinin hayır ve hasenatı kesilmez: Daima sürüp duran köprü, çeşme, okul, hastane gibi ammenin daima faydalanacağı hayır yapan; ilmiyle halkı faydalandıran ve kendisine dua eden temiz bir evlat bırakan."  


Azapkapı Saliha Sultan Çeşmesi

Sultan I. Mahmud, annesi Saliha Sultan'la birlikte susuzluk çeken Tophane semtine, Taksim makseminden suyolu döşettiği gibi, Tophane İskelesine de anıtsal bir meydan çeşmesi yaptırttı. Annesi Saliha Sultan'ın, Azapkapı'da yaptırdığı sebil ve çeşmesine, dönemin Veziriazamlarından Hekimoğlu Ali Paşa'nın Kabataş'ta yaptırdığı çeşmeye ve daha 40 çeşmeye su verildi. Bu hizmetlerin açılışı için, Sultan I. Mahmud "alay-ı azim" ile Taksim'e çıkmış, Valide Sultan ve Harem halkı da gümüş işlemeli koçularla Taksim' e gelmiş, Padişah, annesinin arabasını karşıladıktan sonra Saliha Sultan dua ile maksemden çeşmelere su salarak bir ziyafet verilmiştir.


Kabataş Hekimoğlu Ali Paşa Çeşmesi

Taksim Suyu Tesisleri’nden beslenen hayrat çeşmelerinden Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa'nın Kabataş'ta yaptırdığı Çeşmesi, Azapkapı’daki Vâlide Sâliha Sultan Çeşmesi, Tophane Meydanı’ndaki Sultan Mahmud ve Kuledibi’ndeki Bereketzâde çeşmeleri, Osmanlı-Türk sanatının 18. yüzyılda başlayan yeni akımına öncülük yapmış eserlerdendir. 




Topuzlu Bend

1750'ye değin, Galata, Beyoğlu ve Beşiktaş'taki çeşmelerin sayısı 40'tan 100'e çıkınca bu semtin nüfusu da hızla arttı. Çeşmelere verilen suyun yetmemesi üzerine de Sultan Mahmud Büyükdere'de yeni bir bent yaptırttı. Bahçeköy ve Belgrad Ormanı içinde bulunan bent Eski Bağlar deresi üzerinde inşa edilmişti ve brüt su kapasitesi 160.000 m3 idi. Sultan Mahmud bendi olarak bilinen bent halk arasında Topuzlu Bent olarak nam salmıştı.


Ayasofya Kütüphanesi

Saltanatı boyunca kütüphane tesis etmeye son derece önem veren Sultan I. Mahmud'un İstanbul'da tesis ettiği üç kütüphaneden ilki olan, gerek mimarisi gerekse zengin koleksiyonu ve devrine göre geniş personel kadrosuyla dikkati çeken Ayasofya Kütüphanesidir. Aysofya Kütüphanesinin açılışı 21 Nisan 1740 tarihinde Sultan Mahmud’un da hazır bulunduğu bir merasimle yapılmıştır. Ayasofya Kütüphanesi kurulduğu zaman 4000 eserden oluşan değerli bir koleksiyona sahip bulunuyordu. Bu koleksiyonun bir bölümü Hazîne-i Âmire’den gelen, bir diğer önemli bölümü de sadrazam, şeyhülislâm, Harem ağasının ve diğer devlet adamlarının Sultan Mahmud’a hediye ettikleri kitaplardan meydana geliyordu. Bu kütüphanede çalışan personele diğer kütüphane görevlilerine göre oldukça yüksek ücretler tayin edilmişti. Ayasofya Kütüphanesi’nde, daha önce birkaç kütüphanede başlamış bulunan “kütüphanede öğretim” düzenli bir hale getirilmiştir. Bu derslere devam edecek öğrencilere de kütüphane vakfiyesinde belli bir ücret tayin edilmişti. Ayasofya Kütüphanesi’ndeki kitaplar 1968 yılında Süleymaniye Kütüphanesi’ne nakledilmiştir.




Cağaloğlu Hamamı

Sultan Mahmud, vakfettiği Ayasofya Kütüphanesine gelir sağlamak üzere geniş bir alanı kaplayan Cağaloğlu Sarayı arsasına, o zaman "Hamam-ı Cedid" (Yeni Hamam) adı verilen Cağaloğlu Hamamının yapımını 1740 ilkbaharında başlattı. Kalan boş arsalara da vakıf evler yapılarak bir mahalle kuruldu. Hamamın kapısı üstünde yer alan uzun manzum kitâbe binanın Sultan I. Mahmud tarafından yaptırıldığı ve 1741 yılında tamamlandığını bildirir. Yapısında barok üslûbun belirgin oluşu Osmanlı sanatında yabancı sanat akımının başlangıcına işaret eden bir çifte hamam olan Cağaloğlu Hamamı İstanbul’un son büyük çarşı hamamı olarak da şehir tarihinde önemli bir yere sahiptir. Zira Sultan III. Mustafa 1768'de İstanbul’un su ve odun ihtiyacı sebebiyle bundan böyle şehrin içinde, Galata, Üsküdar, Eyüp ve Boğaziçi kıyılarında yeni hamam inşa ettirilmemesini istemiş, yasaklamaya rağmen yapılanların derhal yıktırılmasını ve harap durumda olanların da ihya edilmemesini bir fermanla bildirmiştir. Gerçekten de bundan sonra artık çarşı hamamı inşa edilmemiştir. 

Nuruosmaniye

Sultan Mahmud, şehrin merkezî bir kesiminde ve ticaret bölgesinin hemen içinde Kapalı Çarşı'ya komşu olarak yepyeni bir mimari anlayışın örneği olarak şehre damgasını vuracak olan Nuruosmaniye adı verilecek olan külliyenin inşasını 19 Ocak 1749 tarihinde gerçekleşen temel atma töreni ile başlatmıştır. Yapı, Simeon Kalfa tarafından yeni bir sanat akımına uygun biçimde barok üslubunda inşa edilmiştir. Caminin müştemilâtı ile birlikte düzenlemesi klasik dönem sultan külliyelerinden çok farklı olarak düşünülmüştür. R. Walsh, İstanbul hakkındaki kitabında bu camiyi yaptırmadan önce bânisinin Avrupa’ya bir mimar gönderdiğini, oradaki katedralleri incelettiğini, daha sonra caminin projelendirildiğini bildirir. Nuruosmaniye Külliyesi cami, hünkâr kasrı, medrese, kütüphane, türbe, sebil, çeşme, aşhane-imaret ve dükkânlardan meydana gelmiştir. 



Külliyenin medresesi kare planlı, revaklı avlu etrafında farklı boyutlarda on iki talebe odası ve bir dershaneden oluşmaktaydı. Vakfiyesinde hat öğretimi şartı bulunan Nuruosmaniye Medresesi’nin meşk odasında Hattat Abdullah Zühdü ve Filibeli Ârif efendiler yıllarca hat meşketmişlerdir. Fakirlere ve medrese talebesine sıcak yiyecek dağıtmak amacıyla kurulmuş imaret ise medresenin batısında yapıya bitişik olarak inşa edilmişti. Sultan I. Mahmud'un Nuruosmaniye Kütüphanesi’ne vakfettiği kitaplarla, 19. yüzyıl ortalarına kadar sayı bakımından geçilemeyen 5031 ciltlik bir koleksiyona sahip 18. yüzyılın en zengin kütüphanesi tesis edilmiştir. Nuruosmaniye Kütüphanesi, bugün de aynı amaca uygun olarak hizmet vermektedir. 


Hekimoğlu Ali Paşa Camii

Sultan I. Mahmud devrinde, padişahın yanısıra bazı önemli devlet adamları da şehrin siluetine etki edecek önemli yapılar yaptırmıştır. Bunlardan biri Hekimoğlu Ali Paşa'dır. İran seferlerinde Şark Seraskeri olarak önemli başarılar elden eden ve daha sonra Anadolu Beylerbeyliği, Mısır Beylerbeyliği ve Veziriazamlık makamlarında da bulunan Hekimoğlu Ali Paşa, Kabataş'ta yaptırdığı anıtsal çeşmeninin dışında Davutpaşa'da yaptırttığı cami, kütüphane, mermer işçiliği ile bir sanat harikası olan sebil ve türbeden oluşan ve yapımı 1735 yılında tamamlanan bir külliye yaptırmıştır. 


Hekimoğlu Ali Paşa Külliyesinin Mermer Sebili

Hekimoğlu Ali Paşa’nın külliyesinin giriş kapısının kuzeydeki  müstakil bir yapıya sahip olan kütüphane Sultan I. Mahmud devrinde yapılan kütüphanelerden ilkidir. Hekimoğlu Ali Paşa’nın kütüphanesine kuruluş sırasında kaç kitap vakfettiği vakfiyede belirtilmemiştir. Ancak personel kadrosuna bakılarak kütüphanenin oldukça zengin bir koleksiyona sahip olduğu anlaşılmakta. Şeyh Mehmed Rızâ Efendi de zengin bir koleksiyonu bu kütüphaneye bağışlamış ve kitaplarının bakımı için ek personel tayin etmiştir.

Hekimoğlu Ali Paşa Kütüphanesi

Sultan I. Mahmud devrinin sembol isimlerinden Harem Ağası Beşir Ağa’nın, kurduğu vakıf kütüphanelerinin yanı sıra oldukça zengin bir özel kütüphanesinin de olduğu anlaşılmaktadır. Vefat ettiğinde sadece Karaağaç’taki hazine odalarında, arasında Kâtib Çelebi’nin el yazısıyla Cihannümâ adlı eserinin de bulunduğu 150 kadar değerli kitap çıkmıştır.



Beşir Ağa Kütüphanesi

Beşir Ağa’nın kurduğu kütüphaneler arasında en zengin koleksiyona sahip Cağaloğlunda yaptırdığı cami, kütüphane, sebil, tekke, ve medreseden ibaret olan küçük külliyenin kütüphanesidir. Kütüphane odası caminin bitişiğinde olup kapısı camiye açılmaktadır.

Beşir Ağa Sebili

Uzun süren Osmanlı-İran savaşlarının ardından, 1747 yılında Sultan I. Mahmud tarafından dostluk elçisi olarak İran'a gönderilen Kesriyeli Ahmed Paşa, İran'ın Hemedan şehrindeyken Nadir Şah'ın bir suikast sonucu öldürülmesi üzerine, elçilik görevini yapmaksızın ve hediye olarak götürdüğü "Zümrüdü Hançer"i (Halen Topkapı Sarayı Müzesindedir) vermeden Bağdat'a dönmüştü. Nadir Şah'ın İstanbul'a göndermek üzere yola çıkardığı elçi de yanındaki değerli hediyelerle o sırada Bağdat'taydı. Bu hediyeler arasında yanlış olarak Şah İsmail'in tahtı olarak bilinen ünlü "taht-ı tavus" ile ibrişim tınablı çadır da bulunuyordu. Nadir Şah'a ulaştırılamayan zümrüt hançer ve taht-ı tavus günümüzde Topkapı Sarayında sergilenenmekte olup hazinenin en değerli objeleri arasındadır.


Taht-ı Tavus ve Topkapı Hançeri




Anadolu'da Klasik Türk Edebiyatının Doğuşu

İran saraylarında gelişmiş klasik yüksek kültür mirası, Anadolu'da Konya Selçuklu sarayından sonra  Uc Türkmen beyliklerinde örnek al...