Anektodlar

3 Mart 2019 Pazar

Osmanlı İstanbulu'ndan Günümüze Kalan Miras: I. Mahmud Devri



18. yüzyıl Osmanlı padişahlarından Sultan I. Mahmud, tüm saltanatı boyunca yaptırdığı yapılarla İstanbul'un mimarisine damga vuran en özel padişahlardan biri olmuştur. Fakat hem siyasi ve askeri hem de imar çalışmaları açısından Osmanlı tarihinin en başarılı dönemlerinde biri olan Sultan I. Mahmud devrinden ne yazık ki tarih kitaplarında pek söz edilmemiştir. Osmanlı İmparatorluğunun, hem İran'a karşı hem de aynı anda Avusturya ve Rusya'ya karşı kazandığı zaferlerle son büyük askeri başarılarını yaşadığı bir dönemde hüküm süren Sultan I. Mahmud, İstanbul'da yaptırdığı ve bu gün hala ayakta olan bir çok mimari yapı ile şehre damgasını vurmuş bir padişahtır. Onun İstanbul'un su sorununa karşı yaklaşımı, yaptırdığı anıtsal çeşmeler ve su kemerleri bu gün hala ayakta olup ayrı bir inceleme alanı olarak araştırmacıları beklemektedir. 18. yüzyılın başından itibaren Kasımpaşa, Galata, Beyoğlu, Fındıklı, Beşiktaş ve Ortaköy’ün kalabalıklaşması sonucunda Haliç’in kuzeyindeki bölgede su kıtlığı baş göstermişti. Bölgenin suyunu temin etmek amacıyla Sultan I. Mahmud, 1732 yılında bu gün semte adını veren Taksim Maksemini yaptırmıştır. Maksem, suların toplanıp, evlere, hamamlara, çeşmelere taksim edildiği yerdir. Semt de adını suların taksim edilmesini anlatmak için kullanılmış ve gelişmekte olan yörenin adı olarak kalmıştır. Sultan I. Mahmud, Taksim Maksemini annesi Saliha Sultan'ın vakfı olarak yaptırmıştı. 


Taksim Maksemi

Belgrad Ormanı Bentleri ve Bahçeköy’deki derelerden gelen sular, içi sırlı künklerden geçirilerek, bir hayli yol kat edip burada toplanıp dağıtılmıştır. Bahçeköy civarında derlenen ve günlük verimi 800 metreküp olan su, aynı yıl inşa edilen 20 km’lik bir isale hattıyla Taksim’deki 2 bin 700 metreküplük depoya ve oradaki Maksem vasıtasıyla 64 çeşme ve sebille üç şadırvana ulaşıyordu. 


Tophane Çeşmesi

Çeşme yaptırmanın İslamiyet'te "sadaka-yı cariye" yani sürüp duran hayır inancıyla da ilgisi vardır. Bu inancın kaynağı da şu hadistir: "İnsan öldüğünde yaptığı işler biter, gider. Artık bir hayırda bulunamaz. Ancak şu üç kişinin hayır ve hasenatı kesilmez: Daima sürüp duran köprü, çeşme, okul, hastane gibi ammenin daima faydalanacağı hayır yapan; ilmiyle halkı faydalandıran ve kendisine dua eden temiz bir evlat bırakan."  


Azapkapı Saliha Sultan Çeşmesi

Sultan I. Mahmud, annesi Saliha Sultan'la birlikte susuzluk çeken Tophane semtine, Taksim makseminden suyolu döşettiği gibi, Tophane İskelesine de anıtsal bir meydan çeşmesi yaptırttı. Annesi Saliha Sultan'ın, Azapkapı'da yaptırdığı sebil ve çeşmesine, dönemin Veziriazamlarından Hekimoğlu Ali Paşa'nın Kabataş'ta yaptırdığı çeşmeye ve daha 40 çeşmeye su verildi. Bu hizmetlerin açılışı için, Sultan I. Mahmud "alay-ı azim" ile Taksim'e çıkmış, Valide Sultan ve Harem halkı da gümüş işlemeli koçularla Taksim' e gelmiş, Padişah, annesinin arabasını karşıladıktan sonra Saliha Sultan dua ile maksemden çeşmelere su salarak bir ziyafet verilmiştir.


Kabataş Hekimoğlu Ali Paşa Çeşmesi

Taksim Suyu Tesisleri’nden beslenen hayrat çeşmelerinden Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa'nın Kabataş'ta yaptırdığı Çeşmesi, Azapkapı’daki Vâlide Sâliha Sultan Çeşmesi, Tophane Meydanı’ndaki Sultan Mahmud ve Kuledibi’ndeki Bereketzâde çeşmeleri, Osmanlı-Türk sanatının 18. yüzyılda başlayan yeni akımına öncülük yapmış eserlerdendir. 




Topuzlu Bend

1750'ye değin, Galata, Beyoğlu ve Beşiktaş'taki çeşmelerin sayısı 40'tan 100'e çıkınca bu semtin nüfusu da hızla arttı. Çeşmelere verilen suyun yetmemesi üzerine de Sultan Mahmud Büyükdere'de yeni bir bent yaptırttı. Bahçeköy ve Belgrad Ormanı içinde bulunan bent Eski Bağlar deresi üzerinde inşa edilmişti ve brüt su kapasitesi 160.000 m3 idi. Sultan Mahmud bendi olarak bilinen bent halk arasında Topuzlu Bent olarak nam salmıştı.


Ayasofya Kütüphanesi

Saltanatı boyunca kütüphane tesis etmeye son derece önem veren Sultan I. Mahmud'un İstanbul'da tesis ettiği üç kütüphaneden ilki olan, gerek mimarisi gerekse zengin koleksiyonu ve devrine göre geniş personel kadrosuyla dikkati çeken Ayasofya Kütüphanesidir. Aysofya Kütüphanesinin açılışı 21 Nisan 1740 tarihinde Sultan Mahmud’un da hazır bulunduğu bir merasimle yapılmıştır. Ayasofya Kütüphanesi kurulduğu zaman 4000 eserden oluşan değerli bir koleksiyona sahip bulunuyordu. Bu koleksiyonun bir bölümü Hazîne-i Âmire’den gelen, bir diğer önemli bölümü de sadrazam, şeyhülislâm, Harem ağasının ve diğer devlet adamlarının Sultan Mahmud’a hediye ettikleri kitaplardan meydana geliyordu. Bu kütüphanede çalışan personele diğer kütüphane görevlilerine göre oldukça yüksek ücretler tayin edilmişti. Ayasofya Kütüphanesi’nde, daha önce birkaç kütüphanede başlamış bulunan “kütüphanede öğretim” düzenli bir hale getirilmiştir. Bu derslere devam edecek öğrencilere de kütüphane vakfiyesinde belli bir ücret tayin edilmişti. Ayasofya Kütüphanesi’ndeki kitaplar 1968 yılında Süleymaniye Kütüphanesi’ne nakledilmiştir.




Cağaloğlu Hamamı

Sultan Mahmud, vakfettiği Ayasofya Kütüphanesine gelir sağlamak üzere geniş bir alanı kaplayan Cağaloğlu Sarayı arsasına, o zaman "Hamam-ı Cedid" (Yeni Hamam) adı verilen Cağaloğlu Hamamının yapımını 1740 ilkbaharında başlattı. Kalan boş arsalara da vakıf evler yapılarak bir mahalle kuruldu. Hamamın kapısı üstünde yer alan uzun manzum kitâbe binanın Sultan I. Mahmud tarafından yaptırıldığı ve 1741 yılında tamamlandığını bildirir. Yapısında barok üslûbun belirgin oluşu Osmanlı sanatında yabancı sanat akımının başlangıcına işaret eden bir çifte hamam olan Cağaloğlu Hamamı İstanbul’un son büyük çarşı hamamı olarak da şehir tarihinde önemli bir yere sahiptir. Zira Sultan III. Mustafa 1768'de İstanbul’un su ve odun ihtiyacı sebebiyle bundan böyle şehrin içinde, Galata, Üsküdar, Eyüp ve Boğaziçi kıyılarında yeni hamam inşa ettirilmemesini istemiş, yasaklamaya rağmen yapılanların derhal yıktırılmasını ve harap durumda olanların da ihya edilmemesini bir fermanla bildirmiştir. Gerçekten de bundan sonra artık çarşı hamamı inşa edilmemiştir. 

Nuruosmaniye

Sultan Mahmud, şehrin merkezî bir kesiminde ve ticaret bölgesinin hemen içinde Kapalı Çarşı'ya komşu olarak yepyeni bir mimari anlayışın örneği olarak şehre damgasını vuracak olan Nuruosmaniye adı verilecek olan külliyenin inşasını 19 Ocak 1749 tarihinde gerçekleşen temel atma töreni ile başlatmıştır. Yapı, Simeon Kalfa tarafından yeni bir sanat akımına uygun biçimde barok üslubunda inşa edilmiştir. Caminin müştemilâtı ile birlikte düzenlemesi klasik dönem sultan külliyelerinden çok farklı olarak düşünülmüştür. R. Walsh, İstanbul hakkındaki kitabında bu camiyi yaptırmadan önce bânisinin Avrupa’ya bir mimar gönderdiğini, oradaki katedralleri incelettiğini, daha sonra caminin projelendirildiğini bildirir. Nuruosmaniye Külliyesi cami, hünkâr kasrı, medrese, kütüphane, türbe, sebil, çeşme, aşhane-imaret ve dükkânlardan meydana gelmiştir. 



Külliyenin medresesi kare planlı, revaklı avlu etrafında farklı boyutlarda on iki talebe odası ve bir dershaneden oluşmaktaydı. Vakfiyesinde hat öğretimi şartı bulunan Nuruosmaniye Medresesi’nin meşk odasında Hattat Abdullah Zühdü ve Filibeli Ârif efendiler yıllarca hat meşketmişlerdir. Fakirlere ve medrese talebesine sıcak yiyecek dağıtmak amacıyla kurulmuş imaret ise medresenin batısında yapıya bitişik olarak inşa edilmişti. Sultan I. Mahmud'un Nuruosmaniye Kütüphanesi’ne vakfettiği kitaplarla, 19. yüzyıl ortalarına kadar sayı bakımından geçilemeyen 5031 ciltlik bir koleksiyona sahip 18. yüzyılın en zengin kütüphanesi tesis edilmiştir. Nuruosmaniye Kütüphanesi, bugün de aynı amaca uygun olarak hizmet vermektedir. 


Hekimoğlu Ali Paşa Camii

Sultan I. Mahmud devrinde, padişahın yanısıra bazı önemli devlet adamları da şehrin siluetine etki edecek önemli yapılar yaptırmıştır. Bunlardan biri Hekimoğlu Ali Paşa'dır. İran seferlerinde Şark Seraskeri olarak önemli başarılar elden eden ve daha sonra Anadolu Beylerbeyliği, Mısır Beylerbeyliği ve Veziriazamlık makamlarında da bulunan Hekimoğlu Ali Paşa, Kabataş'ta yaptırdığı anıtsal çeşmeninin dışında Davutpaşa'da yaptırttığı cami, kütüphane, mermer işçiliği ile bir sanat harikası olan sebil ve türbeden oluşan ve yapımı 1735 yılında tamamlanan bir külliye yaptırmıştır. 


Hekimoğlu Ali Paşa Külliyesinin Mermer Sebili

Hekimoğlu Ali Paşa’nın külliyesinin giriş kapısının kuzeydeki  müstakil bir yapıya sahip olan kütüphane Sultan I. Mahmud devrinde yapılan kütüphanelerden ilkidir. Hekimoğlu Ali Paşa’nın kütüphanesine kuruluş sırasında kaç kitap vakfettiği vakfiyede belirtilmemiştir. Ancak personel kadrosuna bakılarak kütüphanenin oldukça zengin bir koleksiyona sahip olduğu anlaşılmakta. Şeyh Mehmed Rızâ Efendi de zengin bir koleksiyonu bu kütüphaneye bağışlamış ve kitaplarının bakımı için ek personel tayin etmiştir.

Hekimoğlu Ali Paşa Kütüphanesi

Sultan I. Mahmud devrinin sembol isimlerinden Harem Ağası Beşir Ağa’nın, kurduğu vakıf kütüphanelerinin yanı sıra oldukça zengin bir özel kütüphanesinin de olduğu anlaşılmaktadır. Vefat ettiğinde sadece Karaağaç’taki hazine odalarında, arasında Kâtib Çelebi’nin el yazısıyla Cihannümâ adlı eserinin de bulunduğu 150 kadar değerli kitap çıkmıştır.



Beşir Ağa Kütüphanesi

Beşir Ağa’nın kurduğu kütüphaneler arasında en zengin koleksiyona sahip Cağaloğlunda yaptırdığı cami, kütüphane, sebil, tekke, ve medreseden ibaret olan küçük külliyenin kütüphanesidir. Kütüphane odası caminin bitişiğinde olup kapısı camiye açılmaktadır.

Beşir Ağa Sebili

Uzun süren Osmanlı-İran savaşlarının ardından, 1747 yılında Sultan I. Mahmud tarafından dostluk elçisi olarak İran'a gönderilen Kesriyeli Ahmed Paşa, İran'ın Hemedan şehrindeyken Nadir Şah'ın bir suikast sonucu öldürülmesi üzerine, elçilik görevini yapmaksızın ve hediye olarak götürdüğü "Zümrüdü Hançer"i (Halen Topkapı Sarayı Müzesindedir) vermeden Bağdat'a dönmüştü. Nadir Şah'ın İstanbul'a göndermek üzere yola çıkardığı elçi de yanındaki değerli hediyelerle o sırada Bağdat'taydı. Bu hediyeler arasında yanlış olarak Şah İsmail'in tahtı olarak bilinen ünlü "taht-ı tavus" ile ibrişim tınablı çadır da bulunuyordu. Nadir Şah'a ulaştırılamayan zümrüt hançer ve taht-ı tavus günümüzde Topkapı Sarayında sergilenenmekte olup hazinenin en değerli objeleri arasındadır.


Taht-ı Tavus ve Topkapı Hançeri




23 Şubat 2019 Cumartesi

1703 Edirne Vakası

1683 yılında Viyana Kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra Avusturya, Lehistan, Venedik ve Rusya'nın Osmanlı İmparatorluğuna karşı kurduğu Kutsal İttifak Savaşlarının sürdüğü 15 yıllık süre boyunca Edirne adeta İstanbul'u gölgede bırakarak yeniden başkent olmuştu. Sultan II. Süleyman'ın Edirne'ye yerleşmesinden sonra Sultan II. Ahmed, Sultan II. Mustafa ve Sultan III. Ahmed, Edrine'de tahta çıkmış ve Edirne Eski Camii'de kılıç kuşanmışlardı. Sultan II. Mustafa, 1695 tahta geçtiği zaman Avusturya ve Venedik ile savaş devam etmekteydi. Tahta geçtiğinin üçüncü günü yapacağı işleri anlatan bir hatt-ı hümayun yayınlayan II. Mustafa, "Zevk, sefa ve rahatı kendimize haram eylemişizdir" diyerek Kanuni Sultan Süleyman devrine dönmeyi gaye edindiğini ilan eden ediyordu. Uzun yıllardır alınan mağlubiyetlerin ardından II. Mustafa’nın şahsına büyük ümitler bağlanmıştı. II. Mustafa, tahta geçmesinin beşinci ayında 30 Haziran 1695'te Avusturya'ya karşı sefere çıktı ve Avusturya'ya karşı Lugoş zaferini kazanarak "Gazi" sanını aldı. Sultan II. Mustafa'nın, ertesi sene de 27 Ağustos 1696'da Temeşvar yakınında Ulaş sahrasında Avusturya ordusuna karşı kazandığı bir diğer zafer, Viyana bozgunundan beri yıllardır bir çok cephede mağlup olan Osmanlı ordularının toparlandığına dair umutları arttırmış, Edirne'de ve İstanbul'da büyük şenlikler düzenlenmişti. Ancak Sultan II. Mustafa, ertesi sene çıktığı seferde 1 Eylül 1697'de Prens Eugen komutasındaki Avusturya ordusu karşısında, Zenta'da faciayla neticelenen korkunç bir bozgun yaşadı. Tisa ırmağını geçemeyen otuz bin kadar subay ve asker sağnak altında düşman çemberinde kalarak imha edilmiş veya boğulmuş, Sadrazam Elmas Mehmed Paşa ile Rumeli Beylerbeyi başta olmak üzere eyalet paşaları şehit düşmüştü. Sadrazamın koynundaki sadaret mührü, ordudaki değerli eşya ve savaş ağırlıkları, toplar, 9 bin araba, binlerce deve, at, öküz, 40 bin florilik hazine, padişahın sekiz atla çekilen arabası, mehteranın bütün çalgıları, Avusturyalıların eline geçmişti. İşte bu hezimet 1683 Viyana bozgunundan beri 15 senedir dört cephede Kutsal İttifak'a karşı mücadele eden Osmanlı İmparatorluğunu, 1699 yılında Karlofça'da ciddi toprak kayıplarıyla neticelenen bir barış antlaşmasını imzalamaya mecbur etmişti. Sultan II. Mustafa, Avusturya'nın yanısıra Lehistan ve Venedik'e hatta ertesi sene İstanbul'da yapılan bir antlaşma ile Rusya'ya karşı bile toprak kayıplarını kabul etmenin acı gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kalmıştı.
      Sultan II. Mustafa

Sultan II. Mustafa'nın ve ondan önceki bir kaç padişahın pay-i taht İstanbul'u terk etmesi ve Edirne'de oturması uzun zaman devam edince İstanbul yüzüstü kalmış ve sorunları giderek artmıştı. Buna karşılık Edirne kalkınmıştı. İstanbullular yoksullaşırken Edirneliler öylesine zengin ve kibirli olmuşlardı ki, İstanbul'dan küçümseyerek söz etmekteydiler. Sultan II. Mustafa da 8,5 yıl süren saltanatı boyunca ancak iki kez İstanbul'a gelmiş ve toplam sekiz ay kadar kalmıştı. Eski padişahların geleneklerine uymamış, başkente kalıcı bir eser de kazandırmamıştı, bu nedenle İstanbul halkı kendisini tanımıyor ve sempati duymuyordu. Senelerce süren savaşlar boyunca Avrupa'dan mal getirilmesi ve başta savaş araç gereçleri olmak üzere, İstanbul'dan mal çıkartılması yasaklandığından ticaret olanakları kısıtlanmış Anadolu'da ayaklanmalar ve eşkıyalık, İstanbul'da ve taşrada hayat pahalılığı büyük bir sorun halini almıştı. 




Edirne Sarayı 1878'de 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı - Rus Savaşı esnasında Edirne Rus işgaline uğrayınca cephanenin Rusların eline geçmemesi için patlatılması üzerine büyük ölçüde harabe haline gelmiştir.

Tüm bunlara ilaveten Sultan II. Mustafa'nın hocası aynı zamanda Şeyhülislam olan Feyzullah Efendi'nin nüfuzunu artırıp tayinlerden azillere kadar müdahale etmesi, içten içe büyük bir tepkinin oluşmasına yol açmıştı. Protokolde Veziriazam'ın önüne geçmiş. Atamaları bizzat kendisi yapmış, Veziriazamlar ondan habersiz iş yapamaz hale gelmişti. Ortanca oğlunu Kazasker, 18 yaşındaki küçük oğlunu ise kadı tayin ettirmiş büyük oğluna ise zengin arpalıklar bağlatmış, mukataa gelirlerini kendisine ve ailesine malikâne olarak tahsis ettirmişti. Ulema silsilesinden Vezir ve Beylerbeyiliğe kadar yüksek hizmetlere adamlarını getirmesi ve terfi bekleyen devlet görevlilerinin, yüksek dereceli kadroların Feyzullah Efendi'nin adamları tarafından tutulması yüzünden bir türlü yükselememeleri, Feyzullah Efendi'ye karşı bir muhalefet grubunun oluşmasına yol açmıştı. O döneme ait bazı kaynaklarda Şeyhülislam Feyzullah Efendi'nin padişaha büyü yaptığı, “sihirbaz” olduğu bile yazılmıştır. Sonuçta tarihe "Edirne Vak'ası" diye geçen korkunç ayaklanma, İstanbul'daki 200 cebecinin ulufelerini alamamalarıyla patlak verir. Cebeciler, Yeniçeriler ve esnaf topluluklarının da katılımıyla 15 Temmuz 1703'te Sultanhamet'te At Meydanı'nda yapılan gösteriden sonra Sadrazamlığa Kavanoz Ahmed Paşa'yı, Şeyhülislamlığa da İmam Mehmed Efendi'yi getiren isyancılar Sultan II. Mustafa'nın artık Edirne'de değil, asıl payitaht olan İstanbul'da oturmasını, Şeyhülislam Feyzullah Efendi ile oğullarının ve yakınlarının da yargılanmak üzere İstanbul'a gönderilmelerini istediler. İsyancıların isteklerini bildirmek üzere Edirne'ye gönderilen heyet Feyzullah Efendi'nin emriyle Havsa civarında tutuklandı. Bunun üzerine mahşeri bir kalabalık Edirne'ye doğru harekete geçti. Bu olaydan sonradan haberi olan Sultan II. Mustafa, isyancıları yumuşatmak amacıyla 27 Temmuz 1703'de Feyzullah Efendi'yi azletti. Fakat asker ve halktan oluşan, Naimâ'nın deyişiyle “sonsuz bir denize” benzeyen yaklaşık 60.000 kişilik bir kuvvetten oluşan ihtilal ordusuyla isyancılar Ağustos ayı başlarında Edirne üzerine harekete geçti. Silivri'ye vardıklarında ayaklanmacıların, Sultan Mustafa'nın tahttan indirilerek kardeşi Şehzade Ahmed'in cülusu için fetva almaları ve İstanbul'dan Edirne'ye gelen ayaklanmacıların Tunca kıyısına inerek sarayı kuşatması üzerine Sultan II. Mustafa 22 Ağustos 1703 günü tahttan çekilerek, yerini 29 yaşındaki kardeşi Şehzade Ahmed' e bıraktı. Edirne'de ele geçirilen Feyzullah Efendi hapsedildi ve devasa servetinin, mallarının ve parasının yerini söylemesi için evlatlarıyla beraber işkencelere tabi tutuldu. Ancak ne kendisi ne de evlatlarına mallarının ve servetinin yerini söyletmeyi başaramadılar. Seyyid olmadığının anlaşılması üzerine başından yeşil sarık alındı, bir hamal beygirine bindirilip Bitpazarı'nı getirilerek orada idam edildi. Birileri cesedinin ayağına ip bağlayıp sürükleyerek Tunca nehrine attı. Kesik başı ise bir sırığın ucunda gezdirildikten sonra Tunca nehrine atıldı. Sevenleri sonradan cesedini nehirden çıkartarak gizlice Sitti Sultan Camii civarına gömdüler. Yaklaşık yarım yüzyıldır padişahlar İstanbul'da yaşamamışlardı. Sultan III. Ahmed tahta geçtikten 15 gün sonra 4 Eylül 1703'te Edirne'de süregelen bu saltanat devrini kapatarak bütün saray halkıyla birlikte İstanbul'a döndü. Devrik padişah II. Mustafa ve şehzadeleri de İstanbul'a getirilerek Topkapı Sarayında kapatıldılar. II. Mustafa'nın kafes yaşamı dört ay sürmüş ya aşırı üzüntüden ya da bilinmeyen bir nedenden dolayı 20 Aralık 1703'te vefat etmiştir.

22 Ocak 2019 Salı

Antik Mısır'ın Büyülü Başkenti Teb

Yukarı Mısır'da, bugün kalıntıları modern Mısır şehri Luksor'un içinde olan ve yerel Mısır dilindeki adı Waset olan Teb (Yunanca ismiyle Thebes) antik çağda Mısır’ın en zengin ve önemli tapınaklarına ev sahipliği yapmıştı. XII. Sülale zamanından itibaren Teb, Yukarı Mısır’ın idari merkezi, XVIII. Sülale zamanında ise başkent olmuştu. Kentin önemli tapınaklarından olan ve doğu yakasına inşa edilmiş olan Luksor ve Karnak tapınakları günümüzde Antik Mısır'a ait, piramitlerden sonra en çok ilgi çeken yerlerin başında gelmekte. 

Luksor Tapınağı girişi

XVIII. Sülale krallarından III. Amenofis (M.Ö. 1390-1353) dönemi büyük imar projeleriyle birlikte anılır. III. Amenofis tarafından yaptırılan Luksor Tapınağı, Teb'in baş tanrısı ve bütün tanrıların tanrısı olan Amon’a adanmıştır ve Mısır mimarisinin en muhteşem eserleri içerisinde kabul edilmektedir. Sütunlu salona bitişik olan III. Amenofis’in avlusunda "Doğum Odası" yer alır ki bu odanın duvarlarında III. Amenofis’in annesi Mutemvia’nın, Tanrı Amon ile birleşmesi ile gerçekleşen sembolik doğum kabartmaları bulunmaktadır. V. Sülaleden itibaren kralların güneş tanrısı Ra’dan geldikleri, onun oğlu oldukları kabul edilmekteydi. XII. Sülale ile birlikte ön plana çıkan Tanrı Amon, Ra ile özdeşleştirilmiş ve Amon-Ra şeklini alarak bundan böyle Amon'un kralların kutsal babası olduğu öne sürülmüştür. XVIII. Sülale döneminde ise kralların Tanrı Amon’un yeryüzündeki “ka”sı (ikinci ben) olduğu, onun izniyle yönetime geldiği, bütün işlerinde firavunları yönlendiren yüce tanrı ve firavunların gerçek babası olduğu kabul edilmiştir. 


Luksor Tapınağında II. Ramses heykeli

Büyük İskender burayı ele geçirdiği zaman III. Amenofis’in avlusundaki odalardan üçüncüsünde bir kayıkhane yaptırmıştır. Dış kısımları II. Ramses tarafından yaptırılan tapınağın girişinde II. Ramses’e ait ikisi oturur durumdaki birkaç heykel girişi süsler. Tapınağının ön dış yüzünde II. Ramses tarafından yaptırılan kapı üzerindeki kabartma ve metinlerde Mısır ile Hititler arasında 1274 yılında gerçekleşen Kadeş Savaşı anlatılır. Kapının arkasında yer alan II. Ramses Avlusu, 74 adet sütun, papirüs biçiminde yapılmış ve kralı tanrılar karşısında gösteren süslemelere sahiptir. Avlunun sonunda Teb'in büyük triadları Amon, Ana Tanrıça Mut ve Ay Tanrısı Hons için yapılmış üç küçük tapınak yer alır. 

Ebu El Haggag Cami

Luksor Tapınağı, Roma İmparatorluk Döneminde askeri garnizona dönüştürülmüştür. Daha sonra Eyyubiler döneminde II. Ramses Avlusu’na bir cami yaptırılmıştır ki günümüzde de hâlâ mevcuttur. 


Orijinal iki sütun, 1832'de görüldüğü gibi

Sütunun diğeri Paris Concorde Meydanı'nda Luksor Dikilitaş olarak bilinir

Kapının önüne yerleştirilmiş iki kırmızı granit sütundan bugün sadece bir tanesi mevcuttur. Diğeri 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa tarafından Fransa'ya hediye edilmiştir ve 25 Ekim 1836'da Kral Louis-Phillipe tarafından Concorde Meydanına dikilmiştir.


Koç başlı Sfenk geçidi, Karnak

Eski Mısır’ın “ipet-isut”u yani bütün yerlerin en seçkini olarak tanımlanan Karnak Tapınağı, Orta Krallık döneminde I. Sesostris'ten itibaren Teb kralları etkin olmaya başladıktan itibaren yapımına başlanmış ve daha sonra Ptolemaic Döneme kadar yaklaşık 2000 yıl boyunca yapılmaya devam edilmiş, genişletilmiş ve onarılmıştır. Ancak mevcut binaların çoğu Yeni Krallık (M.Ö 1550-M.Ö 1069) dönemine aittir. Karnak Kompleksi içinde yer alan Amon Tapınağı Mısır’ın hem ideolojik hem de ekonomik olarak en büyük tapınak kompleksiydi.


 Prenses Bent’anta ile birlikte II. Ramses’in anıtsal heykelleri 

Tapınaklara Amon'un koç başlı sfenkslerinin dizildiği geniş yollardan ulaşılıyordu. Koç, Amon'un kutsal hayvanıydı. İkinci kapının önünde Prenses Bent’anta ile birlikte gösterilmiş olarak II. Ramses’in anıtsal heykelleri bulunur.



Amon Tapınağı Hipostil Salonu

Kapının arkasında ise sütunlu salon yer alır. 134 adet papirüs biçimli sütuna sahip bu salonun çatısı günümüze ulaşmamıştır. Dış duvarlarında I. Setos ve II. Ramses’in Filistin ve Suriye’ye yaptıkları seferler anlatılır.


Hatçepsut Obeliski

Amon bölgesi içerisinde yer alan Ay Tanrısı Hons Tapınağı, surun güneybatı ucundadır. Süslemelerinde çeşitli zamanların izlerini takip etmek mümkündür. Hons hakkında en çok bilinen hikâye bilgeliğin tanrısı Thoth’la senet denen eski bir oyun oynarken ışığının bir kısmına bahse girmesidir. Thoth kazanınca, Ay Tanrısı Hons ışığının bir kısmını kaybettiği için Hons bir ay boyunca tüm ihtişamını gösterememiş ve batıp tekrar büyümek için beklemesi gerekmiş. 




Hons Tapınağı 

Opet Tapınağı da Hons Tapınağı’nın yakınına inşa edilmişti. Amon’un en önemli dinsel kutlaması, Teb’deki “Opet Festivali” idi. Halkın Teb'deki tapınak ritüellerine katılabilmesinin tek koşulu, her yıl Nil taşkınlarının vadide yeniden kendini gösterdiği şenlik sırasında kutlanan Opet festivali idi. Karnak'taki Amon heykeli altın ve mücevherlerle süslenerek mabedindeki yerinden alınır ve kutsal bir kayığın üstünde Nil'in kıyısına getirilirdi. Ardından Luksor'daki Amon Tapınağını ziyaret etmesi için neihr yoluyla taşınırdı. Nil'in kıyısı boyunca dizilen izleyiciler dinsel bir şevkle kendilerinden geçmiş bir halde dans eder, şarkı söyler, bayraklarını sallar ve Amon'un heykeli önlerinden geçerken yere kapanırlardı.


Opet Tapınağı Rölyefleri

Güney surları içerisinde, hilal biçimli bir göl, bu göl ile çevrelenmiş Mut Tapınağı ve III. Ramses Tapınağı ve küçük yapılar yer alır. III. Amenofis tarafından yaptırılan Mut Tapınağı’nda yine aynı kral tarafından tapınağa adanmış Tanrıça Sakhmet’in siyah granit heykeli bulunur. III. Ramses’in küçük tapınağı ise avluya güney yönünden bağlanır.


Hatçepsut Tapınağı, Deyr el- Bahri

Teb'in batı yakasında yer alan Deyr el-Bahri, Krallar Vadisi, Ramesseum ve Medinet Habu da ise kraliyet ailesinden olanlar ve zenginler için yapılmış mezarlar yer almaktaydı. Bunlardan en önemlisi  Karnak’ın tam karşısında yer alan ve güneş tanrısı Ra'nın kızı aşk ve müzik tanrıçası Hathor ile ilişkili olan Deyr el-Bahri bölgesidir. Burada XI. Sülaleden I. Mentuhotep ile gömülme tapınağı kısmen kayaya oyulmuş olan Kraliçe Hatçepsut'un gömülme tapınakları yer almaktadır.





Avlular birbirlerinden revaklarla ayrılmışlardır. Bu bölümlerde ünlü kabartmalar yer alır. Bu kabartmalar arasında Hatçepsut’un taç giyme töreni, kutsal doğum sahneleri ve Punt ile yapılan ticaretin tasvir edildiği bölümler en ünlüleridir. Kraliçeler, çoğunlukla, Amon’a, çocuklarına babalık yapmış olduğu için inanıyorlardı. Kraliçe Hatşepsut'un, Deyr el-Bahri’deki mezarlık tapınağının duvarında, annesi Kraliçe Ahmose’nin Amon ile birlikteliğinden olan, ilahi doğumunun hikayesi yer almaktadır. 


Tanrıça Hathor heykeli


Yukarı avlunun önünde Hatçepsut’un heykelleri ile süslenmiş yeraltı dünyasının hakimi Osiris'in sütunlarından oluşan kemer yer alır. Salonun arkasındaki nişler içerisine Kraliçenin heykelleri yerleştirilmiştir ve burada yer alan bir giriş ile asıl tapınak bölümüne geçilir. Ölüler tanrısı çakal başlı Anubis ve Tanrıça Hathor’un simgesel mezarları ise ikinci avludan gidilir şekilde inşa edilmişti.


Medinet Habu

Deyr el Bahri'den sonra Teb'in batı yakasındaki en önemli kraliyet mezarları ve tapınaların bulunduğu yer, Luksor’un karşısına denk gelen Medinet Habudur. Kraliçe Hatçepsut ve III. Tutmosis burada Tanrı Amon için tapınak yaptırmışlardır. Medinet Habu, Amon Tapınağının yanısıra III. Ramses'in gömülme tapınağını içermektedir.



Medinet Habu’da yer alan kabartmalar sanatsal açıdan olduğu kadar tarihi belge olarak da önemlidirler. Burada III. Ramses dönemindeki olaylar anlatılır. Kapının dış tarafında kral, Amon ve Ra’nın önünde esirleri öldürürken gösterilmiştir. İstila edilen ülkelerin isimleri insanların başına bir çember içinde yazılmıştır. Tapınağın dış kuzey duvarında Libyalı, Asyalı ve Deniz Kavimlerine karşı düzenlenen seferler anlatılır. Tapınak iç kımındaki odalarda ise daha çok dini konulara yer verilmiştir.



Krallar Vadisi

XVIII. sülale döneminde Mısır’ın soylu krallarına yakışacak mezarlar yapılmaya başlamıştı. O zamana kadar varolan Memfis çevresindeki piramitlere gömülme alışkanlığı son bulmuş ve ilk olarak I. Tutumosis, Deyr el-Bahri’nin arkasındaki ıssız vadiye kendi mezarını yaptırmıştı. Bu dönemden sonra krallar Teb’in karşısındaki bu vadiye gömülmeye başladılar. XX. Sülalenin sonuna kadar tüm kralların gömüldüğü bu vadiye Krallar Vadisi adı verildi. Kraliçeler, saray mensupları ve soylularda bu vadinin yakınındaki bir diğer vadiye gömülmeye başlandılar. Bu vadi de Kraliçeler Vadisi olarak tanımlandı.Vadi doğu ve batı olmak üzere iki bölümden oluşur. En son 1922'de bulunan Tutankamon’un mezarı ile birlikte 62 adet mezar bulunmuştur. Tarihte çok fazla öneme sahip olmayan M.Ö. 1332’den 1323'e kadar Mısırı yöneten Tutankamon'un diğerleri kadar hatta daha fazlasıyla ün yapmasının sebebi mezarı açıldıktan sonra bununla ilgilenen insanların ardı ardına ölmesi idi. Mezar ilk bulunduğunda kazıyla ilgilenen Lord Carnarvon'ın kazıdan 5 hafta sonra ölmesiyle başlayan olayın gizemi, bütün dünyada büyük etki yaratmıştı. Tutankhamon'un mezarında yazılmış olan bu yazılardan birinde; "Firavunun mezarına her kim dokunursa ölümün kanatları onu saracaktır.” yazdığı tüm gazeteleri süslemekteydi. Tutankamon'un mezarında altın sandukanın önünde bir lamba bulan Arkeolog Howard Carter'ı ise bu lambanın üstünde yazan "Gizli odaya girilmesini önleyeceğim. Benim görevim, ölüyü korumak." yazısı bir hayli tedirgin etmişti.



Tutankamon Mezarı

Tutankamon'un mezarını ziyaret eden arkeolog ve turistlerden bazıları da kısa bir süre sonra hastalanarak hayatlarını kaybetmişti. Bütün bu ölümlerin sebebi olarak, havalanan tozdaki bakteriler olduğu öne sürülmüş ama bu konuda da bir kanıt getirilememiştir. Tutankhamon'un mezarından 30 kareli bir dama tahtası çıkarılmıştır. Dama, Antik Mısır’dan dünyaya yayılmaya başlamıştır. Mısır’da yapılan arkeolojik kazılar esnasında, firavunlara yakın olan itibarlı insanların kabirlerinde dama oyununa ait bir çok resimler bulunmuştur. Dama oyununu Mısır'dan sonra Romalılar oynamaya başlamıştır. Fransa’da Louvre müzesinde firavunlara ait olan iki dama tahtası sergilenmektedir. 


I. Seti'nin mezar odası, Krallar Vadisi

Krallar Vadisindeki mezarların süslemeleri tamamen dini içeriklidir. Çeşitli dinsel yazılar ve bunlara eşlik eden resimler en çarpıcı süsleme grubunu oluşturur. Başlangıçta büyük bir papirüs grubu gibi gösterilen bu süslemeler XVIII. Sülaleden sonra kabartma olarak yapılmaya başlanmıştır. II. Ramses’in Ramesseum olarak bilinen mezar kompleksi de Teb'in batı kıyısında yer alan Krallar Vadisindedir. II. Ramses’in annesi Tuya’ya adanmış bir tapınak yapısı nedeniyle kompleksin dikdörtgen değil paralel kenar olarak konumlandırıldığı görülür. 



Ramssesum

Ramesseum’um kapıları, Karnak, Luksor, Abidos ve Abu Simbel’de olduğu gibi Mısır ve Hititler arasında M.Ö 1274 yılında gerçekleşen Kadeş Savaşı’nı anlatan kabartmalarla bezenmiştir. Sütunlu salonun önüne yapılmış bir platform üzerinde II. Ramses’in iki adet granit heykeli yer almaktaydı. Günümüzde bir heykelin başı Ramesseum’da yer alırken diğerinin üst kısmı British Museum’dadır. 

II. Ramses'in heykeli Ramsessum'dan taşınırken

II. Ramses heykeli, British Museum

1815'te Kahire'deki İngiliz konsolosu Henry Salt tarafından bu iş için görevlendirilen İtalyan kaşif ve maceracı Giovanni Belzoni mühendislik becerilerini kullanarak, II. Ramses'in heykelini yüzlerce işçiyle Nil'in karşı kıyısına halatlarla tahta makaralar üzerine çektirdi ve 15 Aralık 1816'da Kahire'ye getirdi. İskenderiye'den İngiltere'ye doğru yola çıkan heykel 1818'de Deptford'daki Weymouth'a ulaştı. Daha sonra 1821'de British Museum tarafından satın alındı ve “The Younger Memnon” adını aldı.


Antik Mısır'ın gizemli şehri Teb'de başlayan maceramızın bizi zaman zaman Paris zaman zaman da Londra'ya taşıdığı bu yazıyı bitirmek için herhalde İstanbul en uygun yer olacaktır. Bugün Sultanahmet Meydanı'nın güney tarafında, Yılanlı Sütun'un yanında bulunan dikilitaş bir Antik Mısır dikilitaşıdır. Dikilitaş ilk olarak XVIII Sülale krallarından III. Tutmosis (M.Ö 1479–1425) tarafından  yaptırılmış ve Karnak tapınağının yedinci pilonunun güneyine dikilmişti. Roma İmparatoru II. Konstantin M.S 357 yılında dikilitaşı tahtta bulunuşunun 20. yılı onuruna başkenti Konstantinopolis'e getirtmek istedi. Fakat Nil ırmağı üzerinden İskenderiye şehrine getirtilen dikilitaş II. Konstantin'in ani ölümü üzerine orada kaldı. Yaklaşık 30 sene sonra, M.S 390 yılında İmparator I. Theodosius, dikilitaşı gemi ile Konstantinopolis'e getirterek Hipodrom'da şimdiki yerine diktirdi. Böylece İstanbul, Londra ve Paris’ten yaklaşık 1500 yıl önce bir Mısır dikilitaşına  sahip olmuştu. Bu dikilitaşın en önemli özelliği ise dünya üzerinde dikili halde bulunan en büyük Mısır obeliksi olmasıdır.

Kaynakça:

*Eski Mısır'ın Bütün Tanrı Ve Tanrıçaları - Richard H. Wilkinson
*Eski Mısır Tarihi - MÖ 3000'den Kleopatraya Bir Uygarlığın Tarihi - Toby Wilkinson
*30 Saniyede Antik Mısır Antik Mısır'dan Günümüze Ulaşan 50 En Önemli Fikirsel ve Kültürel Katkı
*Mısır Tarihi - Erik Hornung
*Antik Mısır - Sophie Desplanques   
*Mısır ve Mısırlılar - Dougles J. Brewer, Emily Teeter
*Msır'ın Ölüler Kitabı - Peter Le Page Renouf 

Anadolu'da Klasik Türk Edebiyatının Doğuşu

İran saraylarında gelişmiş klasik yüksek kültür mirası, Anadolu'da Konya Selçuklu sarayından sonra  Uc Türkmen beyliklerinde örnek al...