Anektodlar

17 Kasım 2018 Cumartesi

Antik Mısır'ın Yeniden Doğuşu


Üç bin yılı aşan bir zamana yayılan ve bir çok araştırmacı tarafından gelmiş geçmiş en büyük medeniyetlerden birisi olarak gösterilen Antik Mısır, yakın asırlara kadar modern insan için tam bir bilinmezdi. Cevap "Firavunların Kutsal Metinleri" olarak adlandırılan hiyerogliflerde gizliydi fakat onların da çözülmesi için 19. yüzyılı beklemek gerekecekti. 18. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupalı gezginler Mısır'daki anıtların ayrıntılı tasvirlerini yapıp, kopyalarını çıkarmaya başlamıştı. Mısır’ın, devasa yapıları ve akıl almaz ihtişamıyla Avrupa’da bir moda olması ve bu ülkenin birçok zenginliğinin Avrupa’ya kaçırılıp aristokratların ve de soyluların koleksiyonlarında yerlerini almaya başlamasıyla Mısır artık birçok Avrupalı tüccar için yeni bir ticaret merkezi haline gelmişti. Bu zenginlikler arasında mumyalar, lahitler, tanrıça heykelleri, dikili taşlar, el yazması  papirüsler ve daha nice antika eşya bulunmaktaydı. Fransa'nın 1798 yılında Napoleon Bonapart önderliğinde Mısır ve doğu ticaret yolları üzerinde İngiltere'ye karşı üstünlük elde etme amacıyla giriştiği Mısır seferinde, Mısırın insanlarını ve de geçmişini anlamak ve öğrenmek için Fransız ordusuyla birlikte tarihçiden matematikçiye, ressamdan dilbilimciye  birçok bilim insanı da Mısır'a götürülmüş ve araştırma yapmaları için teşvik edilmişlerdi. Fransız bilim insanlarının Mısır’da yaptığı araştırmalar ve burada kurulan enstitü, gelecekte Egyptology yani "Mısırbilim" adıyla bir bilim dalının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.

Napolyon Bonapart, 19 Mayıs 1798 tarihinde L’Orient adlı gemisiyle Mısır’ı ele geçirmek için yaklaşık 38.000 asker, 1.200 at ve 171 top taşıyan 50 savaş gemisi ve 500 civarında nakliye gemisiyle Toulon limanından yola çıtığında yanında 167 kişiden oluşan bilim ve sanat adamlarından kurulu bir de heyet bulunmaktaydı. Bilim adamlarının beraberinde 287 ciltten oluşan bir kütüphane ile Fransızca, Arapça ve Yunanca baskı yapabilen iki tane de matbaa makinesi mevcuttu. Napolyon’un bu heyeti yanına almasının amacı, onlara eski Mısır uygarlığını inceletip Avrupa’ya tanıtmak, Avrupa’nın bilim ve tekniğini Mısır’da uygulatmak suretiyle burayı ekonomik açıdan kalkındırmak ve bu durumdan Fransa’ya fayda sağlamaktı. 1 Temmuz 1798’de Napolyon komutasındaki Fransız ordusu İskenderiye'yi ele geçirdikten sonra Fransız bilim insanları şehri ilk gördüklerinde hayal kırıklığına uğradılar. Çünkü kitaplarda okudukları, Büyük İskender’in kurduğu, Aristo’nun botanik gözlemler yaptığı şehrin yerinde başka bir kültür, başka bir dünya bulmuşlardı. Yeni bir “İskenderiye Okulu” kurma hayalleri kısa sürede suya düşmüştü. İskenderiye’nin işgalinden sonra Napolyon burada 3.000 asker bırakarak Kahire’ye doğru yola çıktı ve burayı ele geçirdi. 



Kahire'yi ele geçirdikten sonra Gize piramitlerin önüne gelip askerlerine; "Askerler, piramitlerin tepesinden 40 yüzyıl bize bakıyor" diyen Napolyon Bonapart, 20 Ağustos 1798'de Kahire'de Mısır Enstitüsü’nü kurarak Mısır medeniyetinin araştırılması için yanında götürdüğü bilim insanlarına talimat verir. Napolyon’un Kahire’de kurduğu bu enstitü matematik, fizik, ekonomi, edebiyat ve sanat dallarını kapsayan 4 ayrı bölümden oluşmakta, her bölümün 12 üyesi bulunmaktaydı. Mısır’da eğitim ve öğretimin gelişmesine ve yaygınlaşmasına katkıda bulunmak, Mısır hakkında araştırma ve incelemeler yaparak elde edilen verilerin basılmasını sağlamak ve bir danışma birimi vazifesi görerek tartışmalı konularda fikir üretmek bu enstitünün temel amaçları arasındaydı. General Bonaparte, kaynağı bilinmeyen Nil’in kaynağını araştırmak için heyetler kurdurdu. Bir alay ressam, coğrafyacı, botanikçi, doğabilimcinin çalışmalarıyla Mısır’ın böcekleri, bitkileri, insanları henüz çözülmeyen hiyeroglif kitabelerin aynen kopyası hazırlanıyordu. Mısır keşfediliyordu. Napolyon enstitü faaliyetinin yanında Akdeniz’den Kızıldeniz’e bir kanal açılması için planlar hazırlamaya, Mısır’ın ekonomik olarak kalkınması için tedbirler almaya da başlamıştı. Yine bu sıralarda bilim adamlarının gözetiminde askeri ve sivil hastaneler, kütüphane ve laboratuarlar, veba ile mücadele amaçlı karantina istasyonları, tahıl öğütmek için yel değirmenleri ve kanalizasyon sistemleri inşa edilmiş, posta sistemi, sulama projeleri ve sokak aydınlatmaları gibi bir dizi yeni proje de hayata geçirilmiştir. Ayrıca, ilk defa olarak Nil’in balıkları, Kızıldeniz’in mineralleri, deltanın florası ve çöl kumunun bileşenleri üzerinde de araştırmalar yapılmıştır. Bunun yanında, Fransızlar beraberlerinde getirdikleri matbaa makinesi ile bir sözlük ve bir dilbilgisi kitabı da basmışlardı. 



Kahire yakınlarında Gize'de büyük piramidin eteklerinde dünyadaki ilk arkeolojik kazı gerçekleştirilir. Çok sayıda akademisyen, mimar, ressam ve arkeolog büyük piramidi inceleyerek ölçümlerini ve resimlerini yapmıştır. Büyük Piramit, 145,75 metreydi 43 yüzyıl boyunca dünyanın en yüksek yapısıydı, ancak 19. yüzyılda geçilebilecekti. Eğimi 54 derece 54 dakika idi ve kenar uzunlukları arasında maksimum hata oranı şaşırtıcı bir şekilde % 0.1 bile değildi. Her biri birkaç ton ağırlığında olan iki milyon taş bloktan yapıldığı sanılan üç piramidin taşları yan yana dizilirse, tüm Fransa'yı çevreleyecek 3 metre yüksekliğinde ve 30.48 santimetre kalınlığında bir duvar yapılabilecek boyutlardaydı.

Büyük Giza Sfenksi, Kefren’in Oturan Heykeli; Giza Kefren Tapınak Vadisi IV. Sülale, yak. MÖ.2550

73,5 metre uzunluğu, 6 metre genişliği ve 20 metre yüksekliği ile dünyadaki en büyük tek parça taş heykel olan Büyük Gize Sfenksi ilk kez fark edildiğinde büyük bir bölümü çölün kumlarıyla kaplanmış durumdaydı. Napolyon Sfenks'i ilk kez gördüğünde anıtın sadece başı ve omuzları kumların üzerindeydi. Uzun yıllar boyunca Sfenks bu şekilde kalır. Ancak 1816-1818 yılları boyunca titiz kazı çalışmalarıyla bedenin büyük bir bölümü kum altından çıkarılabilir. Fakat pençeleri ile pençelerinin arasındaki mabedin kum altından çıkarılması farklı zamanlarda gerçekleştirilen sistematik çalışmalarla gerçekleştirilmiştir.



Karnak Tapınağı

Napolyon, Mısır enstitüsünü kurduktan hemen sonra, 25 Ağustos 1798’de, Yukarı Mısır’ı ele geçirmek hem de keşfetmek üzere General Desaix’i görevlendirmiş, bölgedeki pek çok yer ele geçirilmiştir. Bu sefer esnasında günümüzde Mısır'ın Piramitlerden sonra en çok ziyaret edilen antik mekanı olan ve 18. yüzyılda bir çok gezgin ve araştırmacı tarafından da ziyaret edilip tasvir ve tarif edilmiş olan Karnak Tapınağı ile karşılaşıldığında tapınak harabe halinde idi. Dünyadaki en büyük antik dini mekân olan ve hem Mısır tarihi hem de mitolojisi hakkında önemli bilgiler veren Karnak Tapınağında Fransız bilim insanları ve arkeologlar tarafından yapılan incelemeler sonucu önemli bulgular elde edilmişti.





Karnak Tapınağı

Yine Yukarı Mısır'da Edfu şehrinde Fransız keşif seferiyle tespit edilen Edfu Tapınağı, keşfedildiği zaman, tapınak direklerinin yalnızca üst kısımları görülebilmekteydi. 1860 yılında Fransız bir Mısır bilimcisi olan Auguste Mariette, Edfu tapınağını kumlardan arındırmaya başladıktan sonra Antik Mısır'ın Karnak Tapınağından sonraki en ihtişamlı yapısı gün yüzüne çıkmaya başladı. 



Edfu Tapınağı

1799 yılının Ağustos ayında İskenderiye yakınlarındaki Rosetta şehrinde Napolyon Bonapart'ın askerleri kale yapımı için hendek kazmakta iken bir Fransız askeri, aniden belinin arkasının sağlam bir şeye dokunduğunu hissetti. Büyük bir taştı. Asker taşın üzerindeki toprağı eliyle temizlemeye başladı. Taş üzerine bazı tuhaf yazılar çıktı. Bu taş levhanın yüksekliği 114 cm, genişliği 72 cm, kalınlığı 27 cm, ağırlığı ise 760 kilograma eşit idi. Pierre-Franço- is Xavier Bouchard adlı mühendis, granit taşın kıymetli olacağını düşünerek Rosetta’daki Fransız generale haber verir. Kahire'de Napolyon Bonapart tarafından kurulmuş olan enstitüye gönderilen taştaki yazıların semboller ve resimlerden oluşan hiyeroglif, Antik Yunanca ve o dönemde ne olduğu anlaşılmayan bir yazı olmak üzere üç farklı dilde yazıldığı anlaşıldı. Taşın önemini kavrayan Fransızlar, hemen kopyalarını çıkartıp Paris’e yollamış ve en önemli dilbilimcilerini hiyeroglifleri çözmeye yönlendirmişti. Antik Yunancayı hemen okumaya koyulan dilbilimciler metni çözdükçe heyecanları iki katına çıktı. Dilbilimcileri bu denli heyecanlandıran, üç yazının da aynı şeyi anlatması ve her ne kadar ilk iki dil olmasa da Antik Yunancanın çok iyi bir şekilde bilinmesi ve kolayca çevrilebilecek  olmasıydı. Böylece Yunanca metin çevrilip hiyerogliflerin ne dediği anlaşılacak ve belki de hiyeroglifler okunabilecekti.


Rosetta Taşı

Eski Mısırlılar kendilerine özgü bir yazı sistemi bulan nadir toplumlardandı. Onların “Tanrı’nın sözleri” olarak adlandırdığı ve semboller kullanılarak oluşturulan bu yazı sistemine Eski Yunanlar “kutsal yazılar” anlamına gelen hiyeroglif adını vermişlerdi. Rosetta taşındaki Yunanca çeviriye göre bu taş, Mısırın 285. Firavunu V. Ptolemaios tarafından M.Ö 196’da kendi yönetiminin propagandası için yaptırılmıştı. Taşın yaptırılmasının en büyük sebebiyse yönetiminin sallantıda olmasıydı. Mısır, M.Ö. 332'de Büyük İskender’in kontrolüne geçmiş ve İskender kendini firavun ilan edip kendi hükümetini oluşturmuştu. Büyük İskender'in generali ve idarecisi olarak görev yapan 7 yardımcısından biri olan Ptlomaios, İskender MÖ 323'de öldüğü zaman Mısır üzerinde satrap olarak göreve başlamış MÖ 305'de kendini bağımsız kral olarak ilan etmişti. Mısır halkı I. Ptolemaios ve sonradan tahta gelen Ptolemaios hanedanı hükümdarlarını bağımsız Mısır'ın firavunları olarak kabul etmişlerdi. Bu yönetimin çoğu bu toprakların asıl sahiplerine yabancıydı ve bu, toplum içerisinde yönetime karşı bir nefret oluşturmaktaydı. Halkın yönetime karşı açık isyan içinde bulunduğu dahi söylenebilirdi. Bu durumdan son derece rahatsız olan V. Ptolemaios çözüm olarak bu taşlardan yaptırıp ülkedeki tapınaklara yerleştirmiştir. Hepsi V. Ptolemaios’un erdemlerinden ve ülkenin haklı firavunu olmasının sebeplerinden bahsetmekte ve onu övmekteydi. Yunanca kısmın çevrilmesinin ardından taştaki üçüncü dilin Eski Mısır’da halk dili olan Demotik olduğu anlaşılmıştı. Fakat 1801 yılında Fransızlar Mısır'da İngiliz ordusuna yenilince Mısır seferinde ele geçirdikleri tüm ganimetle beraber Rosetta taşını da İngilizlere vermeye mecbur oldular. Rosetta taşı, 1802 yılında British Museum'a verildi ve o tarihten beri orada sergilenmektedir. Mısır seferi Fransa için askeri açıdan başarısızlıkla sonuçlansa da Yukarı Mısır'da General Desaix'e eşlik eden ve Karnak ile Edfu tapınakları başta olmak üzere antik sanat eserlerinin birçok eskizini yapan Vivant Denon, 1802 yılında iki cilt halinde yayınladığı Voyage dans la etse Egipte Egypte'de (Aşağı ve Üst Mısır'da Yolculuk) adlı eseri ile hem arkeolog ve sanatçı olarak ününü taçlandırdı hem de modern Mısırbilimin temelini attı. Napolyon'a eşlik eden bilim insanlarından oluşan heyet Mısır'daki anıtların metin ve resimlerinden oluşan 1809-1822 yılları arasında hazırladıkları Description de L’Egypte adlı dev eseri yayınlayarak hiyeroglif metinler ve arkeolojik bulgular üzerinde çalışmak için gerekli temeli attılar. Böylece bu dönemden itibaren bilimsel açıdan Mısır medeniyetine olan ilgi artmış, Avrupa'daki üniversitelerde Mısır ile ilgili araştırmalar geliştirilmeye başlanmıştır.

Giovanni Battista Belzoni Mısır kıyafetleri ile

1815 yılında Mısır'a gelen İtalyan kaşif Giovanni Battista Belzoni, Osmanlı İmparatorluğunun Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'ya kendi buluşu olan Nil'in sularını yükseltmek amacıyla tasarladığı bir hidrolik makineyi tanıtmıştı. Deneyi başarılı olmasına rağmen tasarım Mehmed Ali Paşa tarafından tutulmamıştı. Ancak o Mısır'da kalıp keşiflerine devam etti.




Ebu Simbel Tapınağı

İsviçreli oryantalist Johann Ludwig Burckhardt, Giovanni Battista'ya bir kaç sene önce 1813 yılında Sudan sınırına yakın, Mısır'ın güneyindeki Nubya'da bir köyde keşfettiği bir tapınaktan bahsetmişti. 1817 yılında Giovanni Battista önyüzünde II. Ramses’in ve eşi Nefertari’nin betimlendiği altı heykelin bulunduğu tapınağın içine girmeyi başardı ve tapınağı temizleyerek gün yüzüne çıkardı. Tapınağın girişini açıp, içine giren Giovanni Belzoni ye yol gösteren Ebu Simbel asındaki çocuğun ismiyle anılacak olan tapınak gelecekte “Nubya Anıtları” olarak UNESCO Dünya Kültür Mirasılarının bir parçası olacaktı.

II. Ramses'in heykeli Ramsessum'dan taşınırken

II. Ramses heykeli, British Museum

Johann Ludwig Burckhardt'ın tavsiyesi üzerine Mısır'daki İngiliz konsolosu Henry Salt tarafından Teb kentindeki Ramesseum harabelerine gönderilen Giovanni Belzoni burada da büyük yararlık göstererek II. Ramses'in devasa boyutta bir büstünü gün ışığına çıkardı. Bu parça Belzoni tarafından İngiltere'deki British Museum'a gönderildi. 




Krallar Vadisi I. Seti'nin mezarı

Giovanni Belzoni aynı zamanda araştırmalarını Edfu tapınağında da sürdürdü. Teb'de Krallar Vadisinde kazı çalışmaları yaptı ve Firavun Ay ile I. Seti'nin mezarlarını buldu Gize'deki ünlü Kefren piramidine giren ilk Avrupalı oldu.


Jean-Francois Champollion

Mısır'da bir çok tapınak ve firavun mezarı gün yüzüne çıkarılırken Avrupa'da çeşitli enstitülerde hiyoregliflerin çözülmesi için ciddi çalışmalar yapılıyordu. Birçok akademisyen, Rosetta taşının sırrını ortaya çıkarmaya çalışıyordu. Yunanca metin eski hiyerogliflerin çözümlenmesinde uzmanlara asıl yardımcı olan kısım olmuştu. Fakat eski Yunan dilinde yazılmış metni okumak mümkün olsa da, hiyoregliflerin sırrını çözmek henüz mümkün olmamıştı. Rosetta Taşı üzerindeki bazı hiyerogliflerde Ptolemaius'un adının geçtiğini gösteren ilk kişi İngiliz dilbilimci Thomas Young olurken, Fransız dilbilimci Jean-Francois Champollion 1822'de bu taşın bulunmasından yaklaşık yirmi yıl sonra hiyeroglifleri okuyabildiğini ilan etmiş ve bu yolda çok  büyük bir adım atmıştır. Çocukluğundan beri eski dilleri incelemek ve çalışmak için büyük ilgi duyan Champollion 19 yaşında Tarih Profesörü olmuştu. Champollion, Louvre’da ki Mısır koleksiyonunun müdürü olduktan sonra Mısır’a gidip araştırma yapabilme hayaline kavuşmuştu. Bunun sonrasında Mısır’a iki yıllık bir seyahat yapan Champollion, Giza Piramitleri, Büyük Karnak Tapınağı, Memphis’deki antik mezarlıklar ve Krallar Vadisi gibi birçok yerde araştırmalar yapmış ve Mısır dilinin alfabesi, dilbilgisi, kelimeleri üzerine birçok bilgiye sahip olup daha sonraları da bunları yayınlamıştır. Eserlerinin en ünlüsü hiyeroglif sisteminin kapsamlı bir açıklamasını yaptığı: Précis du système hiéroglyphique des anciens Égyptiens (Eski Mısır Hiвeroglif Sisteminin Kısa Açıklaması) isimli eserdir. Birçoklarına göre modern insan için Eski Mısır Champollion’la başlar. Eski bir medeniyete ait bir çok gerçeğin gün yüzüne çıkması, Champollion’nun hiyeroglifleri okumadaki başarısı sayesinde olmuştur. Champollion Mısır’dan döndükten 18 ay sonra bir beyin rahatsıгlığı yüzünden hayatını kaybetti. Fakat, dünya Champollion sayesinde bir dil unutulsa, o dili konuşan kalmasa bile asla yok olamayacağını anlaşılmıştı. Champolion'un haleflerinin en dikkat çekeni olan Heinrich Brugsch çalışmalarında tapınak yazıtlarına ağırlık vererek Demotik yazı hakkındaki bilgilerimizin temelini attı. Alman dilbilimci Adolf Erman 1880 yılında yayınladığı Neuagyptische Grammatik ve 1894 yılında yayınladığı Agyptische  Grammatik adlı eserleri ile Mısır dilbilgisinin temellerini atarak artık daha doğru çeviriler yapılmasını sağladı. Gaston Maspero'nun kral mumyalarının bulunması piramit metinlerini keşfi ve kaydı ile Mısır dini ve tarihi ile ilgili araştırma yöntemlerine uzun yıllar damgasını vurdu.

Torino Papirüsü

Tebes'in Deir el-Medina köyünde bulunan ve 1824 yılından önce Bernardino Drovetti tarafından Mısır'dan alındığı kaydedilen, papirüse çizili harita, Mısır kronolojisine dair en önemli belgelerin başında gelmektedir. Günümüzde Torino'daki Egizio Müzesi'nde muhafaza edildiğinden dolayı Torino Papirüsü olarak bilinmektedir. Günümüzde Mısır kronolojisi üzerine bildiklerimiz, iki ana belgeye dayanmaktadır. Bunlar Mısırlı tarihçi Manetho'nun yazdığı krallar listesi ve Torino Papirüsüdür. Her iki belge de birbiriyle uyumlu olduğu için arkeologlar ve Mısırbilimciler, Mısır'ın kronolojik gelişimini formüle edibilmiştirler. Buna göre, Firavun Menes'le başlayan Hanedanlar Dönemi, alt evrelere ayrılmıştır: Eski Krallık, I. Ara Dönem, Orta Krallık, II. Ara Dönem (Hiksoslar Devri) ve Yeni Krallık. Bugün okutulan tarih kitaplarında da kronolojik düzen bu şekildedir.

Ölüler Kitabı

1842 yılında Alman bilim insanı Karl Richard Lepsius, Ptolemaik döneme ait bir el yazmasının çevirisini yayınladı ve bu kitaba "Ölüler Kitabı"(das Todtenbuch) adını verdi. Mısır Ölüler Kitabı, ölen insanları diriltmek için değil ölümden sonraki yaşamda ölen kişiye yol göstermek ve hayatını düzenlemek amacı ile oluşturulmuş metinlerdir. 18. Sülale döneminden başlayarak kullanılmaya başlanan, ölüm ötesi yaşamında kendisine yardımcı olması için ölmekte olan kişinin huzurunda okunan metinlerin ve gömülme yöntemleriyle ilgili metinlerin derlenmesinin yanısıra 165 farklı büyü tanımlanmıştır. 

Mitanni Kralı Tuşrutta'nın, III. Amenhotep'e gönderdiği tablet mektup

1887 yılında Nil’in doğu yakasında, Kahire’den 300 km. güneyde Tell-el-Amarna’da, bir fellah karısı, kendisini rahatsız eden yabancılara karşı, son savunma çaresi olarak, birkaç toprak tabak fırlatır. Amacı onların meraklı bakışlarından kurtulmaktır. Ama, sonuç bunun tam tersi olur. Yabancıların kafalarına fırlatılanlar, Mısır’ın şimdiye kadar bulunmuş en büyük ve en önemli kil levha arşivi olan Amarna mektuplarının parçalarıydı. Bu rastlantı yanında, 1887'den beri arşivin diğer parçalarının tanesi 10 kuruş gibi çok küçük bir para ile antikacılar tarafından satılmaktaydı. 1888 yılında Kahire çarşısında, 200 kadar parçanın satışa sunulduğu biliniyordu. Tabii, bunu duyan, enstitüler ve koleksiyonerler, hemen buraya akın ettiler ve sadece o yılın birinci ayında, ilk parçalar Londra ve Berlin’e ulaşmıştı. Özellikle, Avusturyalı koleksiyoner Theodor Graf’ın elinde, 160 parça toplanmıştı. Zamanla; Berlin Müzesi, bunları satın alıp sergilemeye başladı. Tabletler üzerine çivi yazısı ile yazılmış olan bu mektupların büyük çoğunluğu o dönemlerin diplomatik dili olan Akadça idi ve XVIII. Sülale Firavunlarından III. Amenophis ile IV. Amenophis dönemine yani M.Ö 1375-1350 tarihlerine aitti. Bu mektuplar Mısır Firavunlarının Filistin ve Suriye'deki küçük krallıklar ile Anadoludaki Hititler ile yaptığı yazışmaları içermektedir. Akadça olan mektupların bir tanesinde Hitit Kralı Şuppiluliuma'nın Firavun IV. Amenophis'e tahta çıkışı nedeniyle gönderdiği tebrik mesajı bulunuyordu.


Nefertiti Büstü, Berlin Ägyptisches Museum

Amarna'da kaya mezarları, steller ve kil tabletlerin bulunmasından sonra Alman ve İngiliz arkeologlar tarafından yürütülen sistemli çalışmalarla Amarna kenti ortaya çıkarıldı.Evler, saraylar, tapınaklar ve bir zenaatkar mahallesi tespit edildi.Dünyaca bilinen Amarna Büstleri bu atölyede ortaya çıkarılmıştır. Mısır sanatının en ünlü eserlerinden biri olan, kireç taşından yapılma Nefertiti’nin büstü, 1912 yılında Alman arkeolog Ludwig Borchardt tarafından modern Mısır’daki Tell el-Amarna kasabası yakınlarında keşfedildi ve kırık çömlek parçalarına gizlenerek ülke dışına kaçırıldı. Yaklaşık olarak 50 santimetre uzunluğunda olan IV. Amenophis'in eşi Nefertiti’nin büstü, neredeyse mükemmel bir durumda bulunmuştu. Sadece kulak memeleri yontulmuştu. Ancak eser, bitirilmeden bırakılmıştı, çünkü sol gözün olacağı delik hiçbir zaman doldurulmamış gibi görünüyordu.


Narmer Paleti, Kahire Müzesi

1897-1898 kışında Britanyalı arkeologlar James Quibell ve Frederick Green, Mısır’ın güneydeki Hierokonpolis'te (eski Nekhen günümüzde Kom el- Ahmar) sit alanında yaptıkları kazıda ’Ana Çökelti’’ diye adlandırdıkları bir yer keşfettiler ve burası ilginç ve sıra dışı buluntular içermekteydi. Buluntuların en önemlisi işlemeli taş bir levhaydı. Yaklaşık 2 metre yüksekliğinde ve 2,5 santimetre kalınlığında, ince damarlı, yeşilimsi siyah renkte olan levha, şu an Kahire’deki Mısır Müzesi’nin giriş salonunda yer alan uzun cam muhafazada durmaktadır. Bir kalkan gibi biçimlendirilmiş bu levhanın her iki yüzüne hafif kabartmalar işlenmiştir. Paletin her iki yüzünü süsleyen özenli ve detaylı sahneler, onun daha çok bir amaç için, ünlü bir kralın başarılarını kutlamak için yapıldığını göstermekteydi. İki inek tanrıçanın altında duran bir hükümdar, düşmanına ağır bir topuzla vurduğu betimlenmekteydi. Arkeologlar bu hükümdarın kim olduğunu ve ne zaman hüküm sürdüğünü merak ettiler. 
                                                                 
Tabletin en üst bölümündeki dikdörtgen çerçevenin içinde yer alan hiyeroglif, hükümdarın adını heceleyerek merakı gideriyormuş gibi görünmekteydi: kedibalığı (nar) ve keski (mer).

"Narmer"

Quibell ve Green, çamurla kaplı Nekhen sitalanında tesadüfen eski Mısır’ın kuruluşunu belgeleyen ve daha sonra Narmer Paleti olarak adlandırılacak olan bu eseri bulmuşlardı. Daha sonraki araştırmalar, Narmer’in ilk krallardan biri değil, aynı zamanda Mısır’ın ilk hükümdarı olduğunu gösteriyordu. Firavun, paletin bir yüzünde Yukarı Mısır'ın soğan biçimindeki "Beyaz Taç"ını, diğer yüzde ise Aşağı Mısır'ın "Kırmızı Taç"ını giyer biçimde çizilmişti. Bu hikâyenin ana teması Yukarı Mısır'ın, Aşağı Mısır'ı ele geçirmesi ve her iki krallığın tek bir Krallık altında birleşmesidir. Palet aynı zamanda, paletin yapıldığı dönemdeki Antik Mısır Sanatı'na ait klasik eğilimleri de göstermekteydi. Mısırolog Bob Brier, Narmer paletini "dünyadaki ilk tarihi belge" olarak tanımlamıştır.

Louvre Müzesi Antik Mısır Eserleri Bölümü

Günümüzde 500'ün üzerinde dünya müzelerinde önemli Mısır eserleri sergilenmektedir. Kahire Müzesi’nden sonraki en büyük Mısır koleksiyonu Fransa'daki Louvre Müzesinde yer alıyor. Bu bölümde freskler, papirüsler, gündelik nesneler, heykeller ve lahitlerden oluşan Antik Mısır tarihine ait 50.000’den fazla eser sergilenmekte.1827 yılında açılan Antik Mısır Eserleri bölümünde, mumyaların sergilenmesi de planlanmış, fakat kazılardan çıkartılan mumyaların bütün olarak korunması çok zor olduğundan sergiye konmamış. Şu an müzede tek bir mumya sergilenebilmekte. Çok iyi bir şekilde korunmuş olan bu mumya, Ptolemaik Dönem’de yaşayan bir erkeğe ait. 


Louvre müzesinde Antik Mısır Eserleri bölümünde sergilenen en önemli eserlerden biri de koyu renkli diyorit taşından yapılmış Firavun Tutankamon’u koruyan Tanrı Amon heykelidir. 1857 yılında Karnak’ta gün ışığına çıkartılan heykelin yaşı 3.500 – 4.000 yıl arasında.

Tanrı Amon Heykeli

Louvre müzesinde Antik Mısır'a ait görülmesi gereken önemli eserlerden bir diğeri de Büyük Sfenks olup aslan gövdesi ve kralın başı ile müthiş bir yapıdır. Üstünde sırayla firavun II. Ammenemes (12. Hanedan, MÖ 1929-1895), Merneptah (MÖ 1212-02) ve I. Shoshenq (22. Hanedan, MÖ 945-24) adları yazılıdır.

Louvre Müzesindeki Aslan Gövdeli Büyük Sfenks

1902 yılında yılında açılan Kahire Müzesi ise içinde bulundurduğu 120 bin parça eserle Antik Mısır'a dair en fazla eser barındıran müze konumunda. İlk olarak 1891'de Gize'de kurulan daha sonra 1902 yılında Kahire'ye taşınan müzenin bahçesinde Fransız arkeolog Mariette'nin heykeli bulunmakta. 


Kahire Müzesi

Bunun nedeni Fransız arkeologun, tarihi eserlerin Mısır dışına kaçırılması ve yağmalanmasını engellemek için bu müzenin kuruluşunu sağlamasıydı. Böylece Antik Mısır'a ait tarihi eserler anavatanlarında kalmış oluyor Mısırlılar ise Mariette'nin heykelini kurduğu bu müzenin bahçesine dikerek ona karşı olan vefa borçlarını ödemiş oluyorlardı.


18 Ekim 2018 Perşembe

Tarihi Yaşatan Şehirler 1: Tebriz 2018 İslam Dünyası Turizm Başkenti


Tarih boyunca ipek yolu güzergahının en önemli noktasında bulunmasından dolayı bölgenin en önemli ticaret merkezi olan Tebriz, 2018 yılında İslam Dünyası Turizm Başkenti olarak seçilmesiyle İslam Dünyası ülkelerinden hem de farklı ülkelerden gelecek ziyaretçiler sayesinde bir fırsat yaratarak tarih boyunca sahip olduğu bu özel konumu günümüzde yeniden turizm vasıtasıyla ön plana çıkarma şansını yakalamakta. Günümüzde 3,7 milyonluk nüfusa sahip olan İran’ın Doğu Azerbaycan Eyaletinin yönetim merkezi olan Tebriz, İran’ın nüfusu en kalablık üçüncü, sanayisi en gelişmiş ikinci şehri konumunda. Şehrin içinden geçerek Urmiye gölüne ulaşan Acı Çay ve Kuru Çay nehirlerinin yatağında bulunan Tebriz, tarihi boyunca hem istilalar hem de geçirdiği depremler nedeniyle yıkımlara uğrayıp defalarca yeniden inşa edilmiş. İran tarihinin son 200 yılına İran’da ilk matbaa, ilk belediye teşkilatı, ilk sinema salonu, ilk tiyatro, ilk polis teşkilatı, ilk darphane, ilk devlet kütüphanesi, ilk kadın derneği gibi ilklerle damga vuran Tebriz, ilklerin şehri olma özelliği taşımakta. Tarih boyunca Pers/Fars, Ermeni, Gürcü, Arap, Kürt, Türkmen/Azeri, Moğol, Zerdüşt, Yahudi, Budist, Hıristiyan ve Müslüman gibi çeşitli milletlere ve dinlere mensup kişilerin yaşadığı son derece kozmopolit bir şehir olan Tebriz'de, günümüzde nüfusun %97'sini Azeriler geri kalanını ise Farslar ve Ermeniler oluşturmakta. Bu nedenle 17. yüzyılda şehri ziyaret eden meşhur Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi'nin "Acem elinde Azerbaycan tahtı" dediği Tebriz'e Azeriler tarafından  “Azerbaycan’ın Anası” ve Azerilerin deyişiyle "Azerbaycan'ın tarihi payitahtı" denmektedir. 

Atropates'in İskender ile buluşması

M.Ö 331 yılında Perslerin, Büyük İskender tarafından Gaugamela Savaşında yenilgiye uğratılmasından sonra Büyük İskender’in hizmetine giren İranlı satrap Atropates, İskender’in ölümünden sonra, önceleri onun adına yönettiği Küçük Medya (Media Minor) bölgesinde (tam olarak günümüzde İran'ın Doğu ve Batı Azerbaycan eyaletleri ile Kermanşah ve Luristan eyaletlerinin olduğu bölge) müstakil bir krallık kurmuş ve bu devlete “Atropates’in ülkesi” anlamında Yunanca Atropatene adı verilmiştir. Bu komutanın isminin Atropates şeklindeki telaffuzu Yunan kaynaklarındaki telaffuzu idi. Yunanlıların Atropaten şeklinde telaffuz ettikleri kelime Ermenice'de Atrapatakan, Orta Farsça olarak adlandırılan Sâsânî Pehlevîsinde Azurbazagan, Süryânîce’de Azarbaygan şeklinde telaffuz edilmiş son olarak ise Arapça’daki g/c değişikliğiyle Arapça ve Modern Farsça'da Azerbaycan’a dönüşmüştür. Asırlar boyunca Azerbaycan'ın hem kültürel hem de siyasi merkezi olacak olan Tebriz şehri, Tavrez adıyla Ermeni tarihçi Vardan’a göre, M.S 3. yüzyılda son Part hükümdarı V. Artaban’ı ortadan kaldıran Sâsânî İmparatoru I. Erdeşîr’den intikam almak isteyen Ermeni kralı Khosro tarafından kurulmuş ve Sâsânîlere karşı bir üs haline getirilmiştir. 298 yılında Sâsânîler ile Roma İmparatorluğu arasında gerçekleşen bir savaştan sonra ile yapılan bir anlaşma sonucunda Sâsânîlerin Ermenistan Krallığı üzerindeki hakimiyetini kaybettiği dönemde Ermenistan Kralı Tridates başkentini Tebriz'e taşımıştır. Tebriz şehri, kesin olarak Sâsânîlerin eline geçinceye kadar, Ermeniler ile Sâsânîler arasında birkaç defa el değiştirmiştir.
Sâsânîler döneminde şehirdeki halkın büyük kısmının İran’ın milli inancı olan Zerdüştlüğe bağlı olması ve bu inancın, şehrin demografik, mimari, ticari ve kültürel yapısına hâkim olması sebebiyle bu şehir tipik bir Erken Ortaçağ İran şehri görünümüne bürünmüştür.  642 yılında Hz. Ömer döneminde fethedilerek bir İslam şehri haline gelen Tebriz, 791 yılında Abbasi Halifesi Hârûn Reşîd'in ateşli hastalığa yakalanan zevcesi Zübeyde'nin Tebriz'deki kaplıcalara girdikten sonra iyileşmesiyle Zübeyde tarafından imar edilip etrafı surla çevrilince önemi arttı. Arap coğrafyacıları bu dönemde Tebriz’den surları ve camileri bulunan, ticareti gelişmiş güzel bir şehir diye bahseder. 1055 yılında Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey tarafından ele geçirilen şehirde belli aralıklarla yaklaşık bin yıl sürecek Türk hakimiyeti başlar ve bu günkü modern Azeri halkının oluşumu bu süreç esnasında gerçekleşir. 11. yüzyılın sonunda Selçukluların çöküşüyle birlikte bağımsız olan Selçuklu Atabegliklerinden İldenizlilerin başkenti olan Tebriz altın çağını 13. yüzyıl ile 16. yüzyıl arası İlhanlı, Celayirli, Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Safevilerin başkenti olduğu dönemde yaşadı. 16. yüzyıl ile 18. yüzyıl arasında Osmanlı-Safevi savaşları sırasında bir kaç kez Osmanlılar ve Safeviler arasında el değiştiren Tebriz, geçirdiği depremler nedeniyle defalarca harap olup yeni baştan inşa edilmiştir. 1779 depremi sonrası çok sayıda insanın ölümü ve kentin birçok yerinde yer alan mimari yapıların hasar görmesiyle hayalet şehre dönen Tebriz, Kaçar hanedanı zamanında adeta yeniden inşa edilmiştir ve günümüzdeki tarihi yapıların çoğu bu döneme dayanmaktadır. 

Tebriz Çarşısı
600 yıllık tarihi ile her dönemde seyyahları kendine hayran bırakan dillere destan Tebriz kapalı çarşısı dünyanın en eski ve en büyük kapalı çarşısı unvanı ile 2010 yılında UNESCO Kültür Mirasları listesinde girmiş şehrin sembolü olan yapılardan biridir. Tarihinin en önemli günlerini Tebriz'in 16. yüzyılda Safevilerin başkenti olduğu dönemde geçiren çarşı 1779 depreminde yerle bir olmuş ve Kaçar hanedanı zamanında geçirdiği büyük onarımdan sonra bu günkü şeklini almış. Dünyaca ünlü halılarıyla meşhur Tebriz'in halıcılarının da yer aldığı çarşının bünyesinde, tüccarlar için yapılmış bir çok çok han ve hamam bulunmaktadır.




Yapı, Amir Çarşısı (altın ve mücevher kısmı), Muzafferiye (halı çarşısı), ayakkabı çarşısı ve çeşitli alt çarşılardan oluşan büyük bir ticaret merkezidir. Günümüzde Tebriz'de çok sayıda modern mağaza ve alışveriş merkezi kurulmuş olmasına rağmen, Tebriz çarşısı hala sadece Tebriz'in değil bütün İran Azerbaycanı'nın ticari merkezi olmayı sürdürmektedir. Çarşı aynı zamanda Aşure Günü süresinde on gün boyunca dini törenler düzenlenmesi ile Şiî mezhebinden olan Müslümanlar için ayrı bir önem taşır. 

Mescid-i Kebud

1465 yılında Karakoyunlu hükümdarı Cihan Şah'ın Hatunu Can Begüm tarafından, Cihan Şah'a nispetle Muzafferiye adıyla yaptırılan ve süslemelerinde kullanılan muhteşem mavi çinilerden dolayı Tebriz halkı tarafından Mescid-i Kebûd (Gök Mescid) batılılar tarafından ise Blue Mosque olarak adlandırılan bu eser sanat tarihçileri tarafından İran’ın günümüzde sanat değeri en yüksek eserlerinden biri olarak sayılmakta. Yapıya, sahip olduğu ender 15. yüzyıl çinileri nedeniyle ‘İslam’ın Turkuazı’ da denmektedir.    




Mahzeninde Cihan Şah ve ailesinin mezarlarının bulunduğu yapı 1779 yılında meydana gelen depremden sonra harap olarak kullanılamayacak hale gelmiş. 1922 yılından itibaren başlayan ve günümüze kadar hala devam eden geniş kapsamlı restorasyonlar ile tekrar şehre kazandırılan yapı ziyaret ve ibadete açık durumdadır.      
               
Kaçar Müzesi, Emir Nezam Evi

Tebriz, Kaçar hanedanı zamanında Tebriz Valiliği yapan Abbas Mirzadan itibaren Kaçar hanedanının veliahtlarının şehri olmuştur. Bu nedenle şehirde bu dönemden kalan çok fazla yapı vardır. Tebriz tarihinde ayrı bir yer tutan Kaçar hanedanı döneminden kalma giysilerin ve eşyaların sergilendiği Kaçar Müzesi veya Emir Nezām Evi tarihi bir binadır. 2006 yılından bu yana Kaçar hanedanına adanmış bir müzeye ev sahipliği yapan bu anıt Kaçar hanedanından Prens Abbas Mirza (1789-1833) döneminde inşa edilmiştir. 1892 yılında Amir-e Nezam unvanıyla Azerbaycan valisi olan Hasan Ali Han tarafından yenilenmiş ve ikametgahı olarak kullanılmıştır. Daha sonraki dönemlerde ev, Azerbaycan'ın vali yardımcılarının resmi ikametgahı olarak istihdam edildi. 1993-2006 arasında kapsamlı bir yenileme sürecine tabi tutulduktan sonra Ulusal Miras statüsü verilmiştir.


Müze binasının mimarisi ve süslemeleri de başlı başına bir ziyaret nedeni. Burada Osmanlı minyatür sanatının en önemli isimlerinden Matrakçı Nasuh’un yaptığı Tebriz minyatürünün replikası da bulunmaktadır.

Behnam Evi

Günümüzde Tebriz Sanat Üniversitesi’ne ev sahipliği yapan tarihi Behnam Evi, Tebriz’e Kaçar Hanedanlığı zamanından miras kalan eşsiz bir yapılardan biri olarak ziyaret edilebilmektedir. 18. yüzyılın sonunda Kaçar Hanedanlığının erken dönemlerinde bir mesken evi olarak inşa edilmiş ve Nasereddin Şah (1848–1896) döneminde büyük ölçüde yenilenerek süs resimleri ile süslenmiş olan bu yapı, kış binası olarak anılan bir ana binadan ve yaz binası olarak adlandırılan daha küçük bir yapıdan oluşmaktadır. 


İran'daki birçok geleneksel ev gibi, bu evin bir iç ve bir dış avlusu vardır. 2009 yılında yapılan bir yenileme projesi kapsamında, bu evde uzmanlar tarafından restore edilen, şimdiye kadar bilinmeyen minyatür freskler keşfedilmiştir. 

Azerbaycan Basın Müzesi, Hariri Evi

Azerbaycan Basın Müzesi olarak kullanılan tarihi Hariri Evi de Kaçar hanedanı zamanında Tebriz’de inşa edilmiş yapılardan biridir. Eski mimarinin eseri olan Hariri Evi’nin  iki avlusu var. Tarihi ev duvarları üzerinde mitolojik varlığı tasvir eden çizimler ve tavanı üzerindeki eşsiz minyatürler ile dikkat çekiyor.





Kadim mitolojiden esinlenen güzel ve özgün tablolar ve Yusuf ile Züleyha gibi diğer tarihi öykülerden esinlenerek yapılmış bu duvar resimlerinin tasarımların çeşitliliğinin, planların ve renklerin kullanımı Kaçar dönemi minyatür sanatının en parlak örneklerini sunmakta ve Hariri evini sadece Tebriz değil tüm ülkede bulunan tarihi evler arasında en özel olanlardan biri olarak ön plana çıkarmakta.


Nikdel Evi

Nikdel Evi de Kaçar hanedanı zamanında Tebrizli ailelerinden biri tarafından inşa edilmiş olup dekorasyonunda ayna çerçeveli güzel bir çatı ve ayna sıva kalıpları bulunmaktadır. Bu ev İran'da dekorasyonlarında aynaların kullanıldığı birkaç evden biri konumundadır. 


Nematzade Evi

Tebriz'deki tarihi evlerden bir diğeri olan Nematzade evi, şehirdeki en güzel ve ünlü evlerden biridir. Kaçar hanedanı dönemine ait olan bina özel mülkiyete ait iken son yıllarda turizm kuruluşları tarafından satın alınıp imar edilerek Tebriz'de geleneksel bir otel haline getirilmiştir.

Nobar Hamamı

Kaçar dönemi yapılarından biri olan tarihi Nobar hamamı, Tebriz'in eski kapılarından biri olan Nobar Kapısı'nın yakınında inşa edilmiş ve 1994 yılına kadar hamam olarak kullanılmıştır. Bu tarihte Doğu Azerbaycan'ın Kültür Mirası Teşkilatı tarafından restore edilerek İran'ın Ulusal Mirasının bir parçası olarak tescil edilmiş. Altı yıl süren restorasyondan sonra içinde kebaplar, diğer yerel yiyecekler ve tatlıların servis edildiği bir restorana dönüştürülmüştür.


Meşrutiyet Evi

Tebriz 1906 Meşrutiyet Devriminde oynadığı rolden dolayı da İran tarihinde önemli bir yere sahiptir. Meşrutiyet Devrimi sıralarında devrimle alakalı liderlerin, aktivistlerin ve sempatizanların toplanma yeri olarak kullanılan günümüzde Meşrutiyet Evi adıyla müze olarak kullanılan bina, Kaçar hanedanı zamanında 1868'de Tebriz çarşısında bir tüccar olan Hacı Mehdi Koozekonani tarafından yaptırılmış. Hacı Mehdi Koozekonani Meşrutiyet devrimine önemli bir mâli destekçi olarak katılmış ve binayı Settar Han, Bağır Han, Sigat-ül İslam Tebrizî ve Hacı Mirza Ağa Farisî gibi devrim liderleriyle buluşma yeri olarak ve devrim propagandası yapan gizli gazete basımı için kullanmışdı.



Müze kapsamında İran Meşrutiyet Devrimi ile ilgili tarihi belgeler, dokümanlar ve objelerin yanı sıra Meşrutiyet Devrimi'nin lider kadrosu ve kahramanlarının heykel ve büstleri de yer almaktadır. Bunlar arasında Tebriz halkını Muhammed Ali Şah'a karşı harekete geçirerek Meşrutiyet Devrimi'nde kilit bir rol oynadığından Serdar-e Melli (Ulusal Kumandan) unvanıyla anılan Tebrizli Settar Han Tebriz halkı için önemli bir simgedir. Bina, 1945 yılında II. Dünya Savaşından sonra Azerilerin kültürel ve siyasî baskıdan kurtulma çabasıyla Pehlevî hanedanına muhalefet amacıyla kurduğu Azerbaycan Demokrat Partisi'nin toplanma yeri olarak kullanılmasıyla da yine tarihte önemli bir yer haline geldi. Yapı 1975'te İran'ın kültürel mirası olarak kayda geçmiştir.


Arg-e Tebriz

Bugün şehrin içerisinde bir parkın zemininden 26 m yükselen muhteşem Tebriz Argı (Tebriz Kalesi) 14. yüzyıldan kalmadır. 1906 Meşrutiyet devrimi sonrası şahı destekleyen Ruslar, Şubat 1909’da Tebriz’i işgal ederek Tebriz'in anayasal devrimcilerini ve onların yakınları ile birlikte birçok sivili dahil toplam 1200 kişiyi idam etmişlerdi. 1917'ye kadar şehirde kalan Ruslar bu esnada Tebriz Arg’ının bir kısmını bombalayarak tahrip etmiştir.


Tebriz Belediye Binası ve Saat Kulesi

Şehrin sembolü olan ve en önemli binalarından Tebriz Belediye binası ve Sa'at Kulesi 1925 yılında Alman mühendislerinin gözetimi altında ve bir Alman üslubuna dayanarak inşa edilmiştir. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Azerbaycan Demokrat Partisi tarafından bir Hükümet Ofisi olarak kullanılmış. Ancak İran birlikleri 1947'de Tebriz'in kontrolünü yeniden kazandıktan sonra bina, Tebriz belediye merkez ofisleri olarak kullanılmaya başlanmıştır.


Şairler Anıtı

Sadece İran için değil Türkiye için de çok önemli isimler arasında olan mutasavvıf ve fikir adamı Mevlâna Celaleddin Rumî'nin olgunlaşması ve fikir dün yasının şekillenmesindeki en büyük rolü olan Şems-i Tebrizî'nin memleketi olmasından dolayı Tebriz'in kültür ve edebiyat tarihinde de ayrı bir yeri vardır. Yetiştirdiği şairlerle ünlü olan Tebriz, dünya üzerinde şairlere adandığı bilinen tek anıt ve mezarlığa sahip. Maqbaratol Shoara adındaki anıt 1970'lerin ortasında Doğu Azerbaycan Eyaleti Sanat ve Kültür Sekreteri iken Tahmaseb Dolatshahi tarafından inşa edilmiş. Buraya gömülmüş ilk şair, Gerşâspnâme adlı kahramanlık destanını kaleme alan Esedî-i Tûsî (999-1072) olup, Farsça şiirin en büyük isimlerinden biri olan Azerbaycanlı şair Hakanî (1122-1190) ve 1988 yılında hayatını kaybeden modern İran edebiyatının yanı sıra Azeri edebiyatı ve Tebriz'in övünç kaynağı Şehriyâr'ın mezarları dahil olmak üzere 500 şairin mezarları da bulunmaktadır.



Anıt, İranlı şairlerin fotoğrafları veya resimleri ile kısa özgeçmişleri ve şiirlerinden örnekleri de barındırmaktadır. 1953 yılında yazdığı "Heydar Baba'ya Selam" adlı şiiri adeta Tebriz'in milli marşı olan Şehriyâr'ın da mezarının bulunduğu anıtın içerisinde Şehriyâr'ın kendi sesinden yazdığı şiirler anıtı gelen ziyaretçileri karşılamakta.


Şehriyâr Evi

Hakanî Parkı

Şairlerine sadece şairler anıtı ile değil onların adını taşıyan parklar ve onların anısına düzenlenen evlerle de gösteren Tebriz'de Hakanî Parkı ve Şehriyâr Evi bunlar arasında.


Tarbiyat Caddesi

Günümüzde Tebriz'in şehir merkezinde yer alan en önemli ve işlek caddesi olan Tarbiyat Caddesi, Reza Şah Pehlevî zamanında inşa edilmiştir. Tebriz'in modernleşme projesinin başlatılmasından sorumlu olan, 1936-1940 yılları arasında Tebriz belediye başkanlığı yapmış aynı zamanda Tebriz'de İran'ın ilk devlet kütüphanesini kuran Muhammed Ali Tarbiat'ın anısına caddeye onun adı verilmiştir. 





Sadece yayalara açık bir yürüme yolu olan Tarbiyat Caddesi, sabah akşam kalabalık bir yerdir. Köşesinde bucağında her yerde dükkan olan caddede bir islam şehri olmasına rağmen Tebriz'in genelinde olduğu gibi heykellerin fazlalığı ile dikkat çekmektedir.


El Gölü Parkı

1979'da gerçekleşen İslam Devrimi sonrasında ismi El-Gölü olarak değiştirilmiş ve resmi belgelere bu şekilde geçmiş olsa da günümüzde hala eski ismi olan Şahgoli ismi kullanılan park Kaçar hanedanlığı devrinde bir yazlık saray olarak kullanılmıştır. İçinde 12 metre derinliğinde bir su havuzu ve bir saray bulunuyor. Park Pehlevi hanedanı devrinde yeniden düzenlenmiştir.

Kandovan

İran'ın peri bacaları olarak bilinen Tebriz'in güneyindeki Kendovan köyü, bölgede bulunan Sehend yanardağının ve bölgedeki başka yanardağların faaliyetleri sonucu oluşmuştur. Yanardağların aktif olması sonucunda magmalar dışarıya püskürtülmesi ve lav akıntıların sonucunda bu maddeler birikmiş ve günümüzdeki kayaları oluşturmuştur. Kendovan adı bu köydeki kaya evlerin bal peteğine benzemesinden dolayı kullanılmıştır. Bu bölgeyle ilgili tarihi eserlerde Hilever köyünün adı geçmektedir. Tarihi eserlere göre Hilever köyü, Kendovan köyünün Doğusunda iki kilometrelik bir mesafededir. Tarihçilere göre Hilever halkı 13. yüzyılda Moğol saldırısından korunmak için Kendovan köyünün tam karşısında bulunan ovaya taşınan ilk insanlar olmuşlar ve böylece yavaş yavaş şimdiki Kendovan köyüne taşınarak kaya evlerinde yaşamlarını sürdürmüşler. Ama kimi arkeologlar da bu köyün geçmişini daha da eskilere ve İslam'dan önceki devirlerle ilişkilendiriyorlar.  


Turizme açık olan bu kaya evlerde 120 aile yaşamaktadır ve tarım, hayvancılık ve el sanatı ürünleri üretmekle yaşamını sürdürmektedir. Bu kaya evlerinde de oturma odası, depo alanları, kiler, mutfak ve gardırop görevi yapan odacıklar ve ayrıca elektrik ve su tesisatı da mevcuttur. 



Bu kaya evlerinin duvarlarının ortalama kalınlığı iki metredir ve bu yüzden de doğal olarak evin içerisi kışın sıcak ve yazın serindir. Burada ilgi çekici nokta ise bu kayaların 40 metre civarında olmasıdır. Evlerin çoğu da iki kat veya dört kattan oluşmaktadır.


Babek Kalesi

9. yüzyılda Abbasi hilafetine karşı gerçekleşen ayaklanmaların en önemlisi olan Hürremiyye hareketi ve bu hareketin en önemli lideri Azerbaycanlı Babek, Tebriz yakınlarındaki Keleyber kasabasında yer alan Bezz kalesini karargahı yaparak 816-838 yılları arasında 22 yıl boyunca Halife'nin altı ünlü komutanını mağlup etmeyi başarmış ve Hürremilik hareketini devrin en korkulu isyanına çevirmiş.  


Tebriz çevresinde çobanlık yaparak yetişmiş olan Babek'in iki amacı vardı: Toprağı sahibinden alıp onun üzerinde çalışanlarla paylaşarak feodalizmi ortadan kaldırmak. Kadınları kölelikten azad ederek onları eşit hukuk seviyesine getirmek. Neticede Babek, Ermeni bir keşişin tuzağına düşerek esir edilir ve 4 Ocak 838 tarihinde Samarra şehrine getirilerek, Halife Mu’tasım'ın gözleri önünde kol ve bacakları kesilmek suretiyle işkence ile idam edilir. Asırlar sonra günümüz Azeri halkı Babek'in direnişini kendi uluslaşmasının temeli yaparak Azerbaycan'ın milli kahramanı konumuna getirmişler. Günümüzde Tebriz'in kuzey doğusunda yer alan Keleyber yakınlarındaki Bezz Kalesine, Babek'in doğum günü olan Temmuz ayının ilk haftasının sonu gününde yüz binlerce insan akın etmektedir.    

St.Stephanos Ermeni Manastırı

Tebriz'in kuzey batısındaki Culfa'da yer alan St.Stephanos Ermeni Manastırı, İran'ın Doğu Azerbaycan ve Batı Azerbaycan eyaletlerinde yer alan ve 2008 yılında UNESCO'nun Dünya Mirası Listesi kapsamında kültürel miras olarak ilan edilmiş 129 hektarlık bir alandaki üç Ermeni kilisesinden biridir. St.Stephanos Ermeni Manastırı ilk olarak 7. yüzyılda inşa edilse de depremler sonucu harap olmuş ve bu günkü hali ile Safeviler döneminde yeniden inşa edilmiş ve Kaçar hanedanı döneminde restorasyonlar geçirmiştir. Kendisi Şamanist eşi ise Nesturi Hıristiyan olan Moğol hükümdarı Hülagû Han'ın Tebriz'i 13. yüzyılda ele geçirip İran'da kurulan Moğol İlhanlı Devletinin başkenti yapmasıyla bundan Hristiyanlar yarar sağlamış ve Ermeni Kilisesi de İlhanlılar ile barış antlaşması imzalamıştı. Bu dönemde Tebriz başta olmak üzere Azerbaycan şehirlerine Ermeni tacirler ve sanatçıların yerleştirilmesiyle artan Ermeni nüfusu, Safeviler zamanında Ermenilerin zengin Avrupa şehirleri ile kurmuş oldukları ticari ilişkilerden yararlanmak isteyen Şah Abbas tarafından 1605-1606 yılları arasında başkent Isfahan'a yerleştirilmiştir. Kaçar hanedanının iktidara gelmesinden sonra, Ermeniler ayrıcalıklı yurttaş statüsüne hak kazanmış bu dönemden itibaren tüm İran vatandaşları ile aynı haklara sahip olan Ermeniler günümüzde de İslam Cumhuriyetinde İran Meclisinde kendi haklarını korumak üzere iki milletvekilleri bulunmaktadır.

2015'te turizm bakanlarının oy birliğiyle Tebriz, İran adına bir daha tekrar gerçekleşmesi ancak yarım asır sürecek bir etkinliğe ev sahipliği yapması için 2018 İslam Dünyası Turizm Başkenti olarak seçildi. 2019 İslam Dünyası Kültür Başkenti olarak belirlenen Bakü'ye bu misyonu devredene kadar 1 sene boyunca bu etkinliğe ev sahipliği yaparak dünyanın dört bir yanından misafirlerini ağırlayacak olan Tebriz, tarihi ve kültürel geçmişi ile İslam Dünyasının Kültür ve Turizm Başkenti olma kapasitesine fazlasıyla sahip...

Tebriz Tarihi Kronolojisi

M.Ö 718 - Tauris ve Tarui adı ile Asur Kralı II. Sargon’a ait  tabletlerde ilk kez adı geçti.

M.S 297 - Ermeni Kralı III. Tridates tarafından başkent yapıldı.

309-379 - Sâsânî Şahı II. Şâpûr'un Ermeni Krallığına karşı giriştiği savaşta ordugâhı oldu.

642 -  Hz. Ömer döneminde Mugire b. Şu‘be tarafından İslâm topraklarına katıldı

791 - Hârûnürreşîd devrinde imar edilip etrafı surla çevrilince önemi arttı.

984-1054 - Abbâsîler’in zayıflamasıyla bağımsız hale gelen Revvâdîlerin başkenti oldu.

1054 - Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey tarafından ele geçirildi.

1062 - Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey ile Abbâsî halifesinin kızının düğünü Tebriz'de gerçekleşti.

1197 - Selçukluların zayıflamasıyla bağımsız hale gelen Selçukluların Azerbaycan Atabegi İldenizlilerin başkenti oldu.

1186 - Şems-i Tebrîzî dünyaya geldi.

1225 - Moğolların önünden kaçarak böleye gelen Celâleddin Harezmşah'ın yönetim merkezi oldu.

1231 - Moğol işgaline uğrayan Tebriz, Argun Han tarafından bölgede askerî faaliyetleri için merkez yapıldı.

1256- Hülâgû Han'ın gelişiyle Hülâgû Han tahtı diye nitelendirilmeye başlayarak, İran'da kurulan Moğol-İlhanlı yönetiminin idarî-siyasî merkez oldu. 

1297 - İslamiyeti İlhanlıların resmi dini yapan Gazan Han han tarafından yaptırılan ve 17. yüzyıla kadar ayakta kalan medrese, rasathane, darüşşifa, kütüphane ve Gazan Han'ın türbesinden oluşan Şamıgazan'ın inşasıyla şehrin en parlak günleri başladı.

1357 - Altın Ordu Hanı Cani Beg tarafından ele geçirildi.

1358 - Celâyirliler tarafından ele geçirildi ve başkent oldu.

1385 - Altın Ordu Hanı Toktamış tarafından ele geçirildi ve yağmalandı

1386 - Timur tarafından ele geçirildi 

1408 - Karakoyunlu Kara Yusuf tarafınden ele geçirildi ve Karakoyunluların başkenti oldu.

1465 - Mescid-i Kebud'un inşasına başlandı

1469 - Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan tarafından ele geçirildi ve Akkoyunluların başkenti oldu.

1501 - Safevi hükümdarı Şah İsmail tarafından ele geçirildi ve Safevilerin başkenti oldu.

1514 - Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim tarafından ele geçirildi. Şehirde 1 hafta kalan Yavuz Sultan Selim ve Osmanlı ordusu geri döndükten 1 ay sonra Şah İsmail tarafından geri alındı.

1534 - Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman devrinde gerçekleşen Irakeyn Seferi esnasında Veziriazam Pargalı İbrahim Paşa tarafından ele geçirildi. Ordu şehirden ayrıldıktan sonra Safeviler tarafından geri alındı.

1548 - Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman tarafından ele geçirildi. Şehirde çok kısa bir süre kalan Kanuni Sultan Süleyman geri döndükten sonra Safeviler tarafından geri alındı.

1585 - Osmanlı padişahı III. Murad döneminde Özdemiroğlu Osman Paşa tarafından ele geçirildi ve Osmanlı eyaleti haline geldi. 

1603 - Safevi hükümdarı Şah Abbas tarafından geri alındı ve 20 yıldır Osmanlı şehri olan Tebriz'deki mevcut Osmanlı eserleri hiçbir iz kalmayacak şekilde Şah Abbas tarafından yıktırıldı.

1618 - Osmanlı padişahı II. Osman döneminde Halil Paşa tarafından ele geçirildi ve tahrip edildi. Ancak Serav Anlaşması ile Safevilere bırakıldı.

1635 - Osmanlı padişahı IV. Murad tarafından ele geçirildi ve tahrip edilip yakıldı yıkıldı. 

1639 - Kasr-ı Şirin Anlaşması ile Safevilere bırakıldı.

1725 - Osmanlı padişahı III. Ahmed döneminde Köprülüzade Abdullah paşa tarafından ele geçirildi. 

1730 - Nâdir Şah Afşar tarafından geri alındı.

1731 - Osmanlı padişahı I. Mahmud döneminde Hekimoğlu Ali Paşa tarafından ele geçirildi. 

1736 - İstanbul Anlaşması ile İran'a bırakıldı.

1747 - Dünbülîler şehri ele geçirip Tebriz-Hoy Hanlığı’nı kurdular.

1790 - Ağa Muhammed tarafından Kaçar hâkimiyetine alındı.

1827 -  Rus işgaline uğradı.

1828 - Türkmençay Antlaşması’yla İran'a geri verildi.

1906 - Tebrizli aydınların baskısıyla Muzafferüddin Şah meşrutiyet ilân etti. 

1909 - Şahı destekleyen Ruslar, Tebriz’i işgal ederek birçok kişiyi idam ettiler.

1918 - Ruslar, Şubat 1918’de buradan ayrıldılar. Bu sırada İngilizler Tebriz’i almak isteyince Osmanlı Kafkas Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir 2 Eylül’de şehre geldi ve 5 Eylül’de İngilizler’i püskürterek şehre hakim oldu Ekim 1918’de az bir kuvvet bırakıp çekildi. 

1921- 26 Şubat'ta yapılan İran-Rus antlaşmasıyla İran’a bırakıldı.

1941 - 6 Ağustos 1941’de Sovyetler Birliği’nin işgaline uğradı.

1945 - Tebrizli aydınlar, Sovyet ve İran baskılarına karşı özerklik isteyen Fırka-i Demokrât-ı Âzerbaycân’ı kurdular. Partinin gayretleriyle 12 Aralık 1945’te Azerbaycan Millî Meclisi açıldı ve Seyyid Câfer Pîşeverî başkanlığında Azerbaycan Millî Hükümeti kuruldu.

1946 - 14 Haziran 1946’da İran hükümetiyle Âzerîler’in haklarını garanti altına alan bir antlaşma yapıldıysa da İran hükümet kuvvetleri Aralık 1946’da Tebriz’e girerek Azerbaycan Özerk Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırdı.

Anadolu'da Klasik Türk Edebiyatının Doğuşu

İran saraylarında gelişmiş klasik yüksek kültür mirası, Anadolu'da Konya Selçuklu sarayından sonra  Uc Türkmen beyliklerinde örnek al...